GENÇ KIZLARIN İÇ DÜNYASI VE
DIŞARDAKİLER
Bir kadının yaşı ilerlemişse, artık
işlerin hiç düzelmeyeceğini anlamışsa ya da anlamazdan gelmeye çalışıyorsa,
‘yine de bir umut vardır’a sığınmaya çalışıyorsa, birçok hayal kırıklığı
biriktirmişse, anne de olamamışsa; bir şeye, bir varlığa sığınmak ister, kızı
gibi göreceği bir varlığa… ve o kızı bulduğunsa akıl almaz bir dürtüyle, onu
milyon kez doğurmuş gibi, onu doğurmak için yaşamın en güçlü şeytanlarıyla ve
engelleriyle bir arenada savaşmışcasına o kızı sahiplenir, bağrına basar. O
kutsal alfa ışığı, o mercek, o sihirli şeffaflıktan bakar adeta evrenin en
karanlık yüzünü görür gibi, aydınlatır gibi heveslerle, tutkuyla… bu tutku
birike birike dağlar olan hayal kırıklıklarını eritmeye başlar, annelik oyunu
böyledir, bu akıl almaz içgüdü, kadının canı sıkan şeylerin ve başındaki
belaların önemi yoktur, onu yaşatan bir aşkı, bağlantısı vardır hayatla, kozmik
bir bağlantı. Ve bu genç kıza bakarken kendi genç kızlığını hatırlar,
karşısındaki genç kızla öyle bağlantı kurar ki… kendi kayıp, acılı, çok trajik,
hep engellenmiş ve engelleri bütün mücadelesine rağmen aşamamış o harap
gençliğinden gelen o kız, o parlak suratlı genç kız… günümüze gelmiştir ve bu
ruh annelik oyunlarıyla benimsediği kişide erimiş, bütünleşmiştir. Kadın kayıp
gençliğini temize geçmeye çalışır gibi, berbat şeyler çektiği zamanlar,
yalnızlık acısı hissettiği zamanlar, rehbersizlik… yoldaş bulamamanın hayal
kırıklığı, sığınacağı kimsenin olması, olanların da kalın kafalı olması, onu
sömürmeye, kullanmaya ya da gençlik pırıltılarını söküp yerine zehir koymaya
çalışmaları.
Tamam, bu genç kızı buldu ya, onunla geçmişten
gelen acılı genç kızı temize geçecek, yılar öncesinde gözyaşlarıyla kalan genç
kızı, dualar edip edip karşılık bulamadığı halde duadan vazgeçmeyen, en
önemlisi canını dişine katıp mücadeleden pes etmeyen, düşe kalka bir şekilde
hayatta ilerlemeye çalışan genç kızlığı. Bir şekilde yolunu bulmuş, aşçı olarak
çalıştığı bir çok yerde ezilmiş, parası eksik verilmiş,
(OKUDUĞUNUZ BU ROMANIN YAZARI O KIZI TRAMVAYDA
GÖRDÜ, YALNIZ YAŞI 46 OLMUŞTU)
Gece olmuştu, gökyüzü yıldız kaynıyordu, araç dağa
tırmanmıştı, serin hava üşütüyordu, araç ağaçların arasından çiftlik evine
yaklaşıyordu
Dolmuşta bütün yolcular uyuyordu, sadece karı koca
uyanıktı.
İdris camı aralamıştı, karısı sayıklar gibiydi.
Açık camdan içeri dolan ağaç kokusunu içine çekti, içi açılmıştı, uykusu kaçtı.
“Çok zıpır hareketler görmeye başladım sende İdris
bey, neden böylesin? Neler oluyor?”
“Düşünsel ve ruhsal bir süreçteyim.”
“Bokunu çıkarıyorsun ama.”
Gülümsedi: “Haklısın. Aşırı gittiğimin
farkındayım. Ama şu var, hani sen diyordun ya ipe aptal tütün dizmeyi öğrendim,
dedin ya, muhteşem, ben de öyle bir evredeyim, hayatımın en ilginç, muhteşem
bir noktasındayım. Hayatımın en ilginç noktasındayım, hayatımın en muhteşem
günleri… aşkınlık taşkınlık yapabilirim… tabi senin de hayatının en ilginç ve
muhteşem günleri olmasını istiyorum lütfen arkamda ol. Bu büyük bir dönüşüm.
Yıllar önce bir kazaya uğradı ve gerçekleşemedi.
“Elbette” dedi bir eliyle onun elini tuttu uzatıp.
Ormandaki 8 bin dönüm araziye kurulu villanın önüne
kalın tekerleri leoparı andıran yüksek bir motosiklet gelip yanaştı, hayalet
misali.
30 yaşındaki Şeref, dizlikler, kask, siyah deri
kıyafetiyle bir savaşçıya benziyordu, uzun çizmeler, çizmelerde çıngıraklı
yılan gibi öten bir zil vardı; yaşamın karanlığını, acıyı, öfkeyi, kaybetmeyi,
her olumsuz şeyi öteleyen bir ruh vardı bu motorda, bu kostümde, bu kel kafalı
adamda, şiş göbek, bir kulağı küpeli, sol yanakta bıçak izi anne dokunuşu gibi,
siyah eldivenler olmasa olmaz. Sakallar çok uzamış, çok ilginç bir mavi uzamış,
oraya bir mavi boya sürmüş. İçindeki çocuktan, ruhundaki parlaklıktan sanki.
Sakalda mavi olmasa olmaz, açık mavi.
Genç kız motordan indi, kaskını çıkardı, Nur, adama
sarılacaktı, caydı.
“Tam evin önüne çektin! Yırtık dondan y.rak gibi
“Düzgün konuş.”
“Çiçek olsun.”
Şeref güldü.
“Babam görürse çok kızacak, o kel kafalı şişkonun ne
işi var burada diyecek bu saatte.”
“O senin sorunun; tatlım.”
Genç kız kaska tokat attı şakadan.
“Bir gün kurtulacağım bu evden! Cehennem bile buradan
daha güzeldir.”
Genç adam dedi k: “Güneşin cayır cayır yaktığı
tarlalarda tarım işçisi senin yaşındaki kızlar böyle bir yaşamı rüyalarında
bile göremez. Haline şükret!”
“Hadi ben sen de!”
“Ben kaçar; ufaklık.”
“Kaybol.”
Nur, 14 yaşına bir ay önce basmıştı,
Kumraldı, bebeksiydi zarifliği akarsu yanında biten
sarı çiçekler gibiydi, hafif, çok hafif, uçar kaçar, deli dolu bir şeyler,
inanılmaz kıpırtılar uyandırırdı insanlarda, çekiciliği, inceliği. En parlak
yeri iri ve kahverengi gözleriydi, kirpikleri uzundu, işte en önce oradan
yakalardı insanı, o muazzam ışığı. İçeride tertemiz bir varlık… nefes alıp
verdiğini hissederdiniz, ona yakın olmak, onu dinlemek isterdiniz, saçmalasa
bile. Şarkıda dediği gibi:
“Muhtacım sesine, yüzümde tatlı ılık dolanan nefesine.”
Ufak tefek, 14 yaşındaki kızın hayat hakkında merak
ettiği çok şey vardı ve bir şey oldu, hepsi sekteye uğradı, karanlık bir
uçurumdan aşağı devrilip gitti, at arabası gibi, eski filmlerdeki posta arabası
gibi, dört atlı, yaşlı bir adam, vestern filmlerindeki gibi, kırsalda ilerler
posta arabaları eski zamanlarda.
Bütün hayat sevinci eriyip gitmişti.
Evin çevresi dev çam ağaçlarıyla kaplıydı, bahçe
kapısında panoda şifreyi girdi, büyük demir kapı usul usul açılmaya başladı,
gül kokuları, irili ufaklı ağaçların arasından ilerliyordu.
Orman ferahlatmıştı, hafif bir esinti vardı, üşüdü, küt
saçları uçuştu. Saçının sağ kısmını kulak arkasına koydu, sevecen ve dostça ve
düş gibi evin çevresine bakındı, “ne zaman bitecek bu delilik diye düşündü, bu
yaşama saçmalığı?”
Yalnızdı, her akşam gözünü dikip düşüncelere daldığı ay
gibi, öyle yürekli birini hep istemişti. İçindeki huzuru büyülten biri. Ama
sevgili işi tehlikeli bir işti, ne yapsa iyiydi, bir karanlık aldı gidiyordu
başını derinliklerine.
Nur, korkuyla villanın pencerelerine baktı, anne ve
babasının yatak odasına, gece lambası yanmamıştı. Çakal gibi sessiz ve çevik
olmaya dikkat ederek kapıya yanaştı, anahtarıyla kapıyı açıp içeri süzüldü
gecenin prensesi gibi süzülen kuşlar misali. Ama böyle eskiden hissederdi,
şimdi o anlar sanki asırlar öncesinde kalmış gibiydi.
Üst kata çıkıyordu, döne döne çıkan merdivenin
trabzanına tutundu, çatı katına çıktı, odasına girdi. Üstünü çıkarıp makyajını
silip ceset gibi yatağa uzandı, açık pencereden esinti doluyordu içeri ve tülü
şişiriyordu.
Güneş altın rengi ve neşeli parıltılar saçarak ormanı
ve villayı etkisi altına almıştı, sabahın erken saatleriydi. İdris, her zamanki
gibi işe gitmek için hazırlanıyordu, bir kahve içerdi her sabah ve aracına
atlardı aceleyle; ama önce dışarı çıkıp bahçenin ve ormanın havasını içine
çekerdi. Yüzme havuzunun önüne geldi. Açık mavi su sakindi, havuz ıslık gibi
sessiz ve güzel duruyordu orada ve ona bakmayı her zaman severdi. Arada girerdi
havuza; ama ona bakmayı severdi daha çok. Kafası sakinleşirdi o zaman ve en
doğru ve en kaliteli düşüncelere dalardı orada.
Karısı erken uyanmıştı bu sabah, şehirde işleri vardı.
İdris, cebinden sigarasını çıkarıp yaktı ve dumanı savurarak başını çevirdi,
mutfağa giden karısına dedi ki: “Bizim kız yine geç geldi, kimle dersin? O kel
kafalı şişkoyla, o ucubeyi günün birinde fena benzeteceğim.”
Karısı Nimet güldü, o da kendine kahve alıp sigara
yakmıştı, havuz kenarındaki masaya koydu sigarayı ve kahvesini, onun yanında
geldi, beline dokundu,
İdris, bu dokunuşlara bayılırdı, bazen kadın onun
omzuna koyardı elini arkadan, başını omza yaslardı arkadan, kadın dedi ki:
“Benzet tabi, ama ondan iyisini bulamazsın.”
Şeref, iş ortaklarından birinin oğluydu, bar
işletmeciliği yapardı, çok güvenilir, sağlam bir genç adamdı, ve zaten kızı
izin alıp gitmişti. Şaka yollu bir eleştiri yapıyorlardı. Şeref’i çok
severlerdi.
“Aslında Nur benle işe gelecekti bugün.”
“Boş ver, sonra gelir, bırak kafasına göre takılsın.”
“Bu kızın bu kafayla bir halt olacağını sanmam.”
“Sen de birdenbire bir şey olmadın ki. O daha çocuk.”
“Haklısın.”
İdris, ertesi gün kızını göremedi, diğer gün de, üçüncü
gün sabah erkenden kızının odasının kapısını çalıp içeri girdi.
Nur, “kalk güzel kızım. Hemen kalk, benle işe
gidiyorsun. Söz vermiştin. Haydi kızım! Canlan. Harika bir gün var.
Kaçırmayalım!”
Genç kız zorlukla uyandı, içinden küfürler ederek.
İdris, kızının iş hayatının, yaşamın gerçekliğini
deneyimlemesini istiyordu, biraz zor olacak ki işin içinde; kavrulacak ve
pişecek. Yani hep dut ve gafil kalmasındı hayata yön veren acılara, olaylara ve
şeylere, ekmek parası kolay kazanılmıyordu, bunu anlaması lazımdı. Boş, kof ve
temelsiz kalmasın. Kapsın bir şeyler hayattan ki; karakterli ve güçlü olsun.
Karısı tam tersini düşünüyordu:
“Bu zamanın çocukları için boş laflar bunlar. Kafasına
eseni yapar onlar. Ne kadar zorlarsan, bir şey şırınga etmeye çalışırsan çalış
işe yaramaz, hayat onlara yollarını verir. Benden aptal çocuk asla çıkmaz,
endişe etme.”
“Hep boş bırakırsak olmaz. Şımarıklık hiç görmedim.”
“Senin devrin geçti.”
“Ya angaz olursa?
“Angaz ne?”
“İşe yaramaz yani. Miskin, aptal ve boş. Tam sözlük
anlamı: Ahmak, sersem, akılsız, dangalak, angut.
Nimet güldü: “Bana tonla emek verdiler de ne oldu,
tutup en büyük yanlış şeylere bulaştım. Beni her sıkıştıranı kedi gibi
tırmaladım. Hiç de pişman olmadım.”
“Senin anlıyorum. Ama kızımız şımarık ve vurdumduymaz
zibidi ya da aykırı manyak kızlardan olmasın istiyorum. Bir tarzı olsun en
azından. Emekçi bir tarzı olsun. İnsaflı ve erdemli ve hayata değerli
özellikler katan bir bakış açısı olsun, değil mi?”
Nimet güldü, dedi ki: “Boş şeylerden söz ediyorsun
İdris’ciğim. Senin bakış açını değiştirmen lazım
Onun bağlantıları başka. Onun ajanları başka.”
“Bağlantı; ha? Ajan; ha?”
“Ot olmasından korkarım kızın. Ona aldığım kitapların
hiçbirini okumadı, elinde görmedim.”
“Okur merak etme, ayrıca onlar sıkıcı kitaplar. Ben
gidip bir konuşayım onunla.”
Nimet, kızını kalkmaya ikna edebilmişti.
İdris, araçta biraz bekledi, Nur gelip araca atladı.
Araç ilerliyordu. İdris kızına baktı, Nur, uykulu,
sinirli, gergin görünüyordu, ‘senin işinin içine ederim, ya beni neden
uyandırdın baba’ der gibi bakıyordu.
İdris bir şeyler diyor, havadan sudan konuşup eğlenceli
olmaya çalışıyordu. Geçenlerde kızıyla konuşmuştu, Nur ona içi dolu tuğla gibi
bir kız olacağından söz etmişti, hayatta öyle yer kaplayan biri. Baş yaracaktı
gerektiğinde, demir leblebi olacaktı Amansız olacaktın falan filan.
Ne kadar çok hevesliydi. Ne kadar çok coşkuluydu ve
azmi büyüleyiciydi. Yaparım ederim diyordu filan. İdris, iş zor, gelme istersen
demişti, ama Nur işe geleceğim senle diye ısrar ediyordu, fikir kızından
çıkmıştı.
“Evde otur, havuza gir kızım.”
“Olmaz; senle işe gelip bir şeyler öğreneyim.”
Hırslanmıştı Nur. İdris sık sık söylerdi, ekmek elden su
gölden, yaşıyorsunuz ve benim nasıl bir savaş verdiğimi bilmiyorsunuz
konuşuyorsunuz, gelin benle de iş dünyası nedir öğrenin.”
Baba böyle söylendikçe kızına batmış, rahatsız olmuştu,
“ulan bir geleyim senle de göreyim neymiş bu iş dünyası?” diye düşünmüştü,
belki babası çenesini kapatırdı. Katır gibi çalışmaya kafasına koymuştu.
Ama işi bozan erken kalkma sorunu, bu olmasa.
Of. Sabahın köründe kafası yerinde değil ki. Pişman
oldu azimli lafları için.
Yollarda insanlar dolmuş, tramvay, otobüs bekliyor, işe
gitmek için. Araç gelince süratle doluşuyorlar, belediye otobüsleri özellikle.
“İşe gidiyorlar böyle” dedi İdris, “her sabah aynı
çile. Bizim altımızda otomobil var. Yıllar önce çok bindim bunlara.”
“Sen geleyim dedin diye, yoksa sorun olmazdı kızım, ama
pes etme, bir günü tamamla bence. Abini de alacağım bir gün.”
Bırak o uyuz eşeği. İş yapmaz o.
İdris güldü: “Sence neden uyuz eşek?”
“Oturur benle mavi niye mavidir diye tartışır.”
“Onda iş yok, bana sen lazımsın. Üniversite bir başarı
kazanacağı yok, ama koyarım onu fabrikaya, eşek gibi çalışır görür gününü. Sen
bari beni hüsrana uğratma.”
“Denerim baba. Seni utandırmak istemem.”
İdris büyük sefillikler ve zorluklar çekerek hayatta
bir noktaya gelebilmişti, çocuklarının kolaya alışmasını istemezdi, mücadeleci
olmalarını isterdi, ama evlatlarda böyle şeyler yoktu, karısının dediği gibi
bunlar başka türlü bir dizayna sahipti, İdris çok çok bela atlatmıştı, o
mücadeleci kişiliği… fiziksel olarak da güçlüydü, soğanı yumrukla parçalardı
bekar evinde, çok adam dövmüştü zamanında.
İdris, tokat atar gibi sert bakardı sinirlendiğinde,
sanırsın tokat hemen gelecek. Gözleri şimşekler çakardı. İdris şöyle diyordu:
“Her işi yaparsın sen! Yeter ki kendine inan. Her zorluğu aşacak bir karakterin
var! Ben sana çok inanıyorum. Abin hayal kırıklığının teki. Ama sen güçlü bir
kızsın. Sen hayalimsin! Sen sersem Taner gibi değilsin. Ben sadece en çok sana
inanıyorum kızım. En çok senin ilerlemeni ve başarmanı istiyorum hayatta. Önüne
çıkan bütün zorlukları bir şekilde aşacaksın. Demeyeceksin olmuyor. Ben ne
sıkıntılar çektim biliyor musun; yok. Tekini bile anlatmadım. Zayıf karakterli
ve pasif evlatlarım olmaz benim. Hele hele sen bir solucan değilsin. Taner bir
solucan olabilir; bunu garipsemem. Ama sen çok başkasın kızım. İçindeki o gücü
ya açığa çıkaracaksın ya açığa çıkaracaksın. Sana başka şans yok. Sana başka
türlü bir şans tanıyamam..”
“Çok fazla anlam yüklüyorsun bana baba” diye düşündü
Nur, canı sıkıldı, “bugün katır gibi çalışayım da gönlü olsun.”
Şey sana şöyle bir şey diyeceğim, kırılma, ben genç
kalktığımda annem şöyle derdi: “Şeytan gibi uyuyorsun öğlene kadar. Bazen
akşama kadar. O uyku şeytan uykusudur,
sen de bazen öyle çok uyuyorsun ki.”
“Olabilir.”
“Gül sen gül. O kel kafalıyı da bir gün benzeteceğim.”
“Sen bilirsin.”
“Hayatta şeytanlardan ve motorculardan hiç hoşlanmam.
Mümkün olsa onları bir kaşık suda boğmak isterim… ne oldu onun evlilik işi?”
“Gelecek yaz evlenecekmiş.”
“İyi ya evlensin, hayatı düzgün hale gelir, o çok iyi
bir çocuk.”
İyi Kızlar Aşık Olur 2
İKİNCİ BÖLÜM
Gece geç yatmıştı Nur, çatı katında film izleyip iki
bira içmişti, babasının biralarından, huzur hissetmişti, mutluluk, çivi gibi,
öğlen oldu kalkmadı, beton çivisi gibi berbat hissediyordu, ancak öğleden sonra
3’de uyandı Ama yataktan çıkmak istemiyordu canı. Ayla, yılan gibi girdi odaya,
yeşil gözlü, uzun siyah saçlı, at gibi bir kızdı, boyu 1.80’ di, capcanlı,
neşeli, her zaman gürültülü konuşan, bol bol kahkaha atan bir kızdı, yaşam
enerjisi hiçbir olumsuzluktan etkilenmezdi sanki, her zaman dinamikti, adeta
alev saçardı enerjisi, Nur’un ondan en çok sevdiği buydu, candan biriydi,
gerekirse dostu için ölürdü Ayla, öyle derdi, Nur, gülümseyerek ona bakar,
inanmaz, çaktırmaz, böyle gönül veren bir dostu olduğu için sevinirdi, zor durumlarda
belki de Ayla kaçar giderdi. Nur, onunla bağ kurmaktan, ona her an
ulaşabileceğini bilmekten, ona içini dökebilmekten…bu dostluktan memnundu. Bu
ikisi birbirini sevgili gibi önemserdi.
Çocuklukları beraber geçmişti, Ayla’nın oturduğu villa
ormanın diğer yakasındaydı, hacizden arazi, ev satılmıştı. Babası temerrüde
düşmüştü.
Ayla, onun baş ucuna geldi, başını okşadı, yanağını.
“Kalk dostum, akşam olacak. Gün bitmeden bir şeyler
yapalım.”
Yanıt alamadı, onunla oynamaya başladı: Saçtan çekti,
kulağa püfledi. Yanaktan ısırdı, hafif bir tokat attı: “Nerde hareket orada
bereket.”
Nur, küfür etti.
“Çekil git; kaybol! Rahat bırak beni! İşin gücün yok mu
senin?”
Ayla güldü, “işim sensin.”
Nur, gözünü açıp ona baktı, uykusu kaçmıştı.
“Esrar getirdim. Ayrıca eroin de var.”
“İyi bok yaptın, biraz daha bağır da annem duysun.”
Ayla, aptal aptal güldü.
Kalktı, aralık bıraktığı kapıyı örtüp yatağa geldi,
ikisi de bağdaş kurmuş yan yana oturuyordu. Nur, gözlerindeki çapakları
temizliyordu, kaşıntı olmuştu.
Bu yaz esrara başlamışlardı ve bir kez eroin
kullanmışlardı. Sırf merak ve gençliğin verdiği dinamizm, neşe ve delilikten,
can sıkıntısından, şu hep filmlerden bildikleri şeyler. Ama bu iş korkutucu
gelmişti Nur’a. Bir kez kullanmış, görmüştü eroini, gerek yoktu, bu işin
ölümcül şeye, bir korku koridoruna, bağımlılığa, yani diğerlerini sevdiklerini
de girdap gibi okyanusun ya da hayatın en karanlık en cehennem derinlerine
sürüklemesinden… ödü patlıyordu, değer verdiği şeyleri kaybetmek korkusu,
uyuşturucuyla bir şeytana dönüşmek korkusu… tam olarak yoldan çıkmak ve
toparlayamamak. Geri dönüşsüz bir yola girdin mi çıkamazsın. Böyle düşündü.
“O bokları kullanmayalım.” dedi Nur.
“Ben kullanırım, sen kullanma o zaman.”
“Sen de kullanma.”
Nur, tuvalete gitti, elini yüzünü yıkamak için.
Annenle konuşayım dedi Ayla, odadan çıktı, onun kıçına
bir şamar attı. Nur ona küfür etti, orasına dokunulmasından hiç hoşlanmazdı.
Ayla da onu sinir etmek için dokunurdu.
Nur şöyle düşündü: “Bu salak beni sonunda uyuşturucu
bağımlısı yapacak, kullanmakta ısrar ederse sileceğim bu malı hayatımdan.”
“Malları ver?”
“Neden?”
“Tuvalete atacağım.”
“Ben atarım.”
“Seni döverim bak!”
Ayla, güldü ve gitti.
Şamatalı bir zamanda esrarla başladı, sonra eroin.
Bu iş çok canını sıkıyordu Nur’un, kendini suçlu hissediyordu,
birini öldürmüş gibi, ailesinin uyuşturucu konusundaki düşüncelerini
hatırlayınca onlara ihanet etmiş gibi hissediyordu kendini.
Evin temizlikçi kadını banyoyu temizliyordu, Nur, onu
bekliyordu, “az işim kaldı” diyordu kadın ama işi bir türlü bitmiyordu, duş
alacaktı Nur, bir ara baş kahramanı bu temizlikçi kadın olan roman yazmaya
vermişti kendini, çünkü bu kadının hayatta kalma azmine, dürtülerine ve büyük
mücadelesine hayran kalmıştı, sürekli kaybetmeye oynadığı halde nasıl
kahkahalar atabilir, nasıl morali düzgün uyanabilir, berduş kocasına, dayak
atan kocasına nasıl dayanabilir, çok tuhaf geliyordu kadının mücadele türü,
acılar karşısında verdiği tepkileri, her günü bir işkenceydi, sık sık dayak
yerdi, kocası çalışmazdı, parayı elinden alırdı, ve kadın dört ufak çocuğa
bakardı, Ayşe hep dertle dolu biridir; ama hayatını neşeli bir filmmiş gibi
anlatır, Nur’a garip gelen bu,
Nur, kadının annesiyle sohbetini dinlediği bir gün
bir fikir uyanmıştı içinde; sürekli acı çektirilen,
süründürülen bu kadının hayattan ve insanlardan alacak intikamı varken neden
almaz ki? Niye ötekilerin yaptıkları yanına kâr kalsın ki. Onun almayı
bilmediği nefis, kırmızı dikenli balyoz gibi bir intikam vardı, kafası
basmıyordu herhalde, çok iyi kalpli biriydi herhalde, çok salaktı belki de, ama
salağa da benzemiyordu, çocuklar büyüsün, onun anasını belleyeceğim diyordu
gülerek, sık sık derdi bunu, ha, bir bildiği var, salak değil bu kadın…İyi
insanların almayı bilmedikleri ya da bir şekilde hiç almadıkları intikamı birileri
almalı, birileri ah çekip durmamalı, bir patlama olmalı, bir büyük patlama, dev
bir intikam, öyle sakinlik, bilgelik, sabır boş iş, kana kan, dişe diş, onlar
yaptıklarını pahalıya ödemeli, bu işi öteki dünyaya bırakmak zalimlik, bu işi,
çektirdikleri…onları Allah’a havale etmek büyük günah, onların yakasına
yapışmalı, onları öldürmekten beter etmeli. Yumuşak insanları, iyi insanları
ezerler, sömürürler, dünyaya bu kadar iyi insan fazla. İnsan sinirleniyor,
insan o kişileri parçalamak istiyor, insan o ezilen kişiler için bir dünya
savaşı başlatmak istiyor, insan yapılan haksızlıkları sindiremiyor, insanın
yüreği, ruhu acıyor. Birileri o mağdurların, ezilenlerin sözcüsü, savaşçısı,
gerillası olmalı, kan gövdeyi götürmeli, o insanların paramparça edilmesi şart.
Şu temizlikçi kadının sükûnet dolu bakışları, hızlı elleri, büyük gülümsemesi,
bir sürü şeyi gerçekten insanda olağanüstü bir evren, bir büyü uyandırıyor.
Hırslandı Nur, kendini temizlikçi olarak hayal etmeye başladı, roman böyle
gelişiyordu. Ayşe demişti, bir uygulama var, cep telefonunda bir yere basınca
polis basan kadının tehlikede olduğunu anlıyor; ama ışık hızıyla gelmiyorlar,
gelemiyorlar,
“ha, acıktım, şurada et döner yiyek öyle gidek” diye
düşünüyor polis, bir işi çıkıyor, başka işi çıkıyor, uyuşuk, tembel, şişman, o
an kadın öldürülecek, bu şuurla bakmıyor olaya, Ayşe diyor ki, “polis gelene
kadar çiğ çiğ yer beni,” ama bir gün çok pis şeyler olacak;” mutfakta, salonda,
evin her yerinde bazı şeyler bırakıyor, mesela mutfakta özel, sert bir tava hep
bekliyor, bir çekiç, bir keser,
“Ya hanım, bu keserin işi ne mutfakta?”
“Ceviz kıracaktım da… tatlı için.”
Demir testeresi duruyor banyoda.
“Hanım, kafam güzel, bundan yanlış görmüş olabilirim,
banyoda sanki demir testeresi gördüm?”
“Ha, o mu, borunun boktan ucunu kesecektim de.”
Başka bir gün; “hanım benim teneke kül tablası nerede?
Deli oldum amına koyduğumun kül tablası nerde, tipini s.ktiğim.”
“Attım onu; bir boka yaramaz eğildi. Bak sana
Ne güzel yenisini aldım canımın içi, camdan.”
Adam eline alıyor kül tablasını; “Çok kalın tabanı var,
adamın başını yarar bu.”
“Tabi yarar. Sağlamdır, sigara söndürmek için ilahtır.
Eğilmez bükülmez. Geçenlerde o teneke kül tablasına bastım, yere düşmüş, eğildi
bok. Ama cam eğilmez.”
“Hanım sen olmasan ne yapardım” diye başlar yalakalığa,
aşkım, bir tanem.”
Mutfaktaki tava, adamın gözü döner de saldırırsa
kullanmak için.
Banyodaki demir testeresi, cesedi parçalara ayırmak
için, kemikleri süper keser demir testeresi.
Tavayla vurup bayılınca… mutfakta keser, kafasını
patlatmak, onu öldürmek için…
“Hanım bu tornavidanın işi ne yatak odamızda, yastığın
altında?”
“Ha, gardıropta bir vida çıktıydı da sıkıştırmak için,
deli etti beni.”
Adam düşünüyor, korkuyor, hep bir yerlerde bazı
aletler.
“Beni öldürecek mi yoksa?”
“Hanım senin beni seviyon mu?”
“Çocuklarımın babasının, kadın kocasını sevmez mi? Sen
evimin direğisin hayatım.”
Yağım balım der, ertesi gün bir kamyon dayak atar.
Büyük bir tutarsızlık, organize bir manyaklık var bir
yerde.
Eeee bir gün çok kötü şeyler olacak, bir yerlere
bıçaklar, baltalar, satırlar saklasa…hakim karşısına çıktığında… savcı;
“tasarlayarak adam öldürmekten cezalandırılmasını isteyecek
Mütalaasında,
İyi Kızlar Aşık Olur 3
bunun cezası çok ağır. Ama evin bir yerlerinde bazı
aletler, mutfak malzemeleri olursa: “Bana saldırdı, beni öldürecekti, ben de o
telaşla tavayı elime geçirdim… hakim bey.” ha, kendini savunma söz konusu
olunca birini öldürsen bile hiç ceza almayabiliyorsun…
Bu temizlikçi kadın dahi, peki neden düzgün bir meslek
yapmıyor, kafası zehir gibi çalışıyor, bir keresinde kocasının yemeğine fare
zehri katmış, adam ölmedi, “dünkü yemek çok güzeldi, var mı?” dedi.
Kadın sevindi, “bu kez kesin ölür” diye düşündü, tavuk
doldurmuş tabağı tepeleme.
“Sen neden yemiyorsun hayatım?”
“İşte yedim” dedi, masanın karşısında oturdu, sigara
yaktı, az sonra gebereceksin” diye düşünüyordu, gözlerini ondan ayırmıyordu,
onun acı çekerek ölmesini büyük bir zevkle, onurla,
şerefle, yüreği ferahlaya ferahlaya, hafifleye hafifleye, yepyeni bir zevkle,
Tanrıça olur gibi efsanelerdeki… yeniden doğarcasına
zevkle izleyecekti, eh, onca acı veren bu pisliğin ölümü böyle deli bir zevk
verirdi, her salisesini yaşayacaktı, mutlulukla havaya uçacaktı. İnternet
araştırmalarında siyanür içersen ne olur diye araştırma yapmıştı, karın ağrısı,
kasılmalar, kıvranma, ağızdan gelen tükürük köpükleri…sorun siyanürü nerden
bulacak…fare zehrini bulmak kolay,
bir keresinde bir dükkana
girip soracakken kafasından şunlar geçti.
“hanım efendi siyanürü ne
yapacaksınız?”
“G.tüme sokacağım. O.
çocukluğu yapma da ver şunu, belimde silah var sıkarım.”
Dükkandan istediğini alıp
çıkarken kaçar gibi hızlıydı.
Dükkan sahibi peşinden
dışarı fırladı, yandaki dükkan sahibine:
“Ahmet ara polisi, deli
karı vuracaktı beni.”
Fare zehri tespit edilse
bile yalanı hazırdı, içki şişesine koymuştum, evi fareler basmıştı, bey
şişeleri karıştırdı, oysa tembih etmiştim. Ah benim canım ciğerim kocacığım,
evimin direği, çocuklarımın babası…” (ağlayarak)
Adam tavuklu pilavı
yiyordu,
“Hanım neden öyle
bakıyorsun?”
“Nasıl?”
“Beni yiyecekmiş gibi,
beni çiğ çiğ yer gibi.
Neyin var?”
“Hazdan hayatım.”
“Bana beş yüz senedir
hayatım dememiştin.”
“Çok seksisin şimdi.”
“Aaa! Neden?”
“Öyle, yemek yemen, bana
bakışın.”
“Karı yapma ya” dedi
gülerek, “kafan mı güzel?”
“Şu an orgazm oluyorum,
sana tecavüz ettiğimi hayal ediyorum.”
Adam bastı kahkahayı.
Masada kapta on ekşi elma
vardı, kadın birini aldı, başladı yemeye.
Adam, yemeği bitirmişti.
Benim karı kafayı üşüttü, onu doktora götürsem iyi olacak” diye düşünüyordu.
“Ben de yiyeyim bir tane”
dedi, bir elma aldı kaptan, beşinci elmaya ulaşmıştı. Birbirlerini
kesiyorlardı.
Kadından korkuyordu ama
engel olamıyordu kendine: “Hadi gel yatak odasına giderim, sevişelim.”
Kadın düşünüyordu;
“herhalde orada gebermeye başlar.”
“Sen git; ben balkonda bir
sigara içip geleceğim.”
Adam, yatak odasına gitti.
Kadın, sigarası bitince
yatak odasına gülümseyerek giderken onu yatakta can çekişirken bulacağını hayal
ediyordu.
“O da nedir, adam
çırılçıplak, gece lambası yanmakta. Adam malını eline almış, pis pis sırıtıyor.
Ne çirkin bir yaratık bu, öldürülesice, lanet!
“Hanım, gelmeni iple
çektim.”
“Sen dur” dedi, öfkeyle
mutfağa yöneldi, oklava ve ekmek bıçağını alıp geldi.
“Karı neler oluyor? Vay
am.na koyim!”
“Çılgın bir fantezi
parladı beynimde, sana bıçak ve sopa zoruyla tecavüz edeceğim, seni o. çocuğu!
Uzan ibne, g.tveren pislik, adi şeytan, s.kik! İbnesin lan sen!”
Adam, güldü korkuyla: “Ya
karı ağzını da iyice bozdun, ibne deme bana! Abarttın!”
Kadın; “bu herifi
gebertcem bu gece” diye düşünüyordu, çok öfkeliydi, fare zehri neden etkisini
göstermemişti, çok katmıştı üstelik. Balla sosla gizlemişti zehri.
Oklavayı birkaç kez
indirdi, başa, sağ omza, çeneye, dizlere.
“Vay am.nı sikt.ğim neler
oluyor, karı s.ktin beni, az dur canım çok yandı.” Acıyan yerlerini ovuşturmaya
başlamıştı.
Kadın ise kendini
kaybedercesine vurmaya başladı.
S.kerim böyle çılgın
fantaziyi dur karı, mahvoldum!”
Kadın, bıçağı eline aldı.
“Uzan lan, pislik herif,
tipini s.ktiğim. O göbeğinin amına koyacağım lan, uzan, g.tlek pislik, ucube!”
Adam, gülmeye başladı.
“Karı sen hiç böyle
konuşmazdın, bir yaşıma daha girdim, kafa hapı mı içtin ne ettin? Uzak dur
benden!”
Kadın, bıçağı savurmaya
başladı. Adam bilekten yakaladı, onu yatağa savurdu, bıçak yere düştü, adam onu
öpmeye başladı, kadın karşı koyuyordu, adam bir tecavüzcü gibiydi, kan ter
içinde sevişmeye başlamışlardı.
O gece kadın onunla
evlendiği ilk gecekinden kat be kat büyük bir haz aldı, mutluluktan galaksiler
ötesine gitti sanki, inanılmazdı, sevişme sonrası sigara içiyorlardı, adam da
ilk kez böyle deli ve hırçın bir zevk almıştı.
Kadın şöyle düşünüyordu;
“ben bu adamı öldürmeyeyim, çok güzel seviştik, dövse de sövse de katlanayım,
nerden bulurum böyle sevişen adamı, dayağını yesem de katil olmaya değmez.”
Sonra adam horlayarak
uyumaya başladı, kadın bıçağı eline aldı, “fare zehri neden etkisini
göstermedi?” diye düşündü, “sabaha ölür herhalde, “ölürse son gecemiz
muhteşemdi”
Güldü içinden.
Sabah adam erken kalkıp kahvaltı hazırladı kadına,
hayretler içinde kaldı kadın, adam hiç böyle yapmazdı. Bir rüya gördüm diye
söze başladı: “Farelerle dolu bir şehirde yalın ayak geziyordum, fareler insan
gibi konuşuyordu, fareler insan gibi şehri ele geçirmişti, otobüse biniyordum,
şoför yaşlı biri fareydi. ‘Adam ol yoksa çükünü keserim’ dedi bana.
‘Sen deli misin?’ dedim.
‘Yok ama sen anana küfür ettirecek hareketler
yapıyorsun her yerde. S.kecekler belanı, ananı.’
‘Tamam abi’ dedim, ‘adam olacağım. Kötü şeyler
yapmayacağım, tövbe.’
‘Geç s.ktir ol git arkaya otur. Tövbeymiş, göt herif.
Hep tövbeni bozuyorsun, bu kaçınca bok herif!?’
‘Peki baba, özür.’
‘Arkada güzel kızlar var yamuk yapma. G.tüne matkapla
yepyeni delikler açarım bak!’
Adam dönüp baktı yolculara: ‘e hepsi fare, bunların
nesine bakayım ya!?’’
‘Lan senden iyi fare mi var bu otobüste?’ dedi şoför,
‘Siktir git otur lan!’
‘Peki baba’ dedi.
‘Daha ne duruyorsun geçsene arkaya, karısını siktiğimin
paçozu!’
‘Ee yetti be!’ diyerek parladı, ‘sen ne biçim şoförsün
lan s.kerim seni bak fare! Seni çalıştığın kuruma, amirine, her yere şikayet
edeceğim.’
Fare atak yaptı ve onu boynundan ısırdı, adam acıyla
rüyadan uyandı.
Kadın korktu, “Allah bu işi istemiyor” diye düşündü,
kocasını öldürmemeye karar verdi, evini temizlediği doktora sordu, “arkadaşımın
birinin kocası uyuşturucu bağımlısı, kadın onun yemeğine fare zehri katmış”
diye başladı anlatmaya.
Doktor şöyle cevap verdi: “kocan ölmedi çünkü elma
yedi, elmadaki asitler fare zehrini parçaladı ve etkisini yok etti. Bence bir
daha yapma, belasını başkasından bulsun, ya da
boşanmak için mahkemeye başvur.”
İyi Kızlar Aşık Olur 4
BURDAYIM.
Nur, yazdığı bu romanda temizlikçi kadının bu
anlattıklarını kendi başından geçen olaylar gibi anlatmıştı, bu büyük bir haz
vermişti ona, savaşma gücü olmayan ya da doğru taktikleri uygulayamayan birinin
acı çığlığını duyup gerekeni yapmak, ezilenin sesine ses vermek genlerimize
işlenmiş merhamet. Bazısı temizlikçi kadına tecavüz etmek ister, bazısı
kandırıp yatağa atmak, bazısı az para verir, bazısı cinsel tacizde bulunur,
bazısı para karşılığında cinsel ilişki talebinde bulunur, Ayşe bir gün bir
müşterisinden söz etmişti, yaşlı adam ona şöyle demiş temizlik yaptığı sırada:
“İşini çok güzel yapıyorsun Ayşe, sana hayranım,
biliyorsun karı göçtü gitti, kadınlar paramın peşinde, bu eve girip çıkan tek
kadınsın, için temiz, çok namuslusun, şerefsizlik hiç yapmazsın, senle evlenmek
isterdim; evlisin ama; ya güzelim, sana para versem, az buz değil ama,
ihtiyaçlarını giderirsin, bir gece birlikte olsak, kusura bakma, bunu dediğim
için uyanıyorum kendimden.”
“Şeref bey seni severim, bunu duymamış olayım. Bekar
olsam dediğini bayıla bayıla yapardım ya. Güldü.
Özür dilerim.” Yaşlı adam onay almış gibi sevindi,
mutlu oldu, ben bir kahve daha yapayım. Çocukların nasıl bu arada?”
“Çocuklarım bir büyüsün, bir liseyi bitirsinler, yüksek
okula başlasınlar…” Böyle avutuyor kendini, kandırıyor, belki de en doğrusu bu,
kendisi hapse girse ne olur çocuklar? Yetiştirme yurtlarına verilirler, oralar
tekin yerler değil. Temizlikçi kadın evini temizlediği bir kadından para yerine
üç çuval patates almıştı, o kadar sevinmişti ki buna, ufak çocuklar özellikle
sabahları, Cumartesi ve Pazar sabahları; “patates kızart” diye söyler, adeta
isyan ederlerdi, arada özellikle hafta sonları (kendisi de doğayı sevdiği için)
onları ormana ya da ormanlık yerlere, park gibi yerlere pikniğe götürürdü,
komşu kadın ve ailesiyle, bir kamyoneti vardı komşu adamın. Ayşe doğada huzur
bulurdu, bütün sorunlardan, can sıkan şeylerden uzaklaşırdı, yeşil gördü mü iyi
hissederdi, “köyde bir yerim olsa” diye düşünürdü, bunun hayalini kurardı,
köyde bir yer almak hayaliydi, emekli olunca. Şimdilik bu imkansız bir hayaldi,
şimdi sgk primlerini ödemek için çırpınır dururdu, bir ölüm kalım savaşı
veriyordu, kişisel zevkler bekleyebilirdi.
Çocuklarıyla huzur bulurdu, ama bu huzuru aniden
darmadağın eden şeytani bir şey vardı, aniden patlak verirdi. Dayağı yerdi
sebepli ya da sebepsiz, hayatın ve geçim zorluğu değildi mesele, huzur kaçıran,
insanın dengesini bozan, insanı kötü şeyler yapmaya iten o adi kocasıydı
meselesi. Hayatında eşe duyulan aşk ve sevgi çoktan kaybolmuştu, kadınsal
hazlar…ve o yaz akşamı; “çocuklar ne yapıyordur evde? Karınları açtır, ne
pişirsem, makarna? Peynir zeytin ve çayla ve dünden kalma az yemekle idare
etmişlerdir” diye düşünüp (yüzünde oluşan berrak bir tebessümle onlara
kavuşacağı için mutlu ama yorgun argın eve ilerliyordu, yüksek tv sesi, ve
kavga sesleri, kapıyı çaldı, duyan olmadı, anahtarıyla kapıyı açıp içeri girdi,
çocukların birine bir şamar, ötekinin kıçına terlikle ve bir diğerinin kıçına
iri bir çimdik attı, çocuklar biraz ağlayıp sukuneti buldu ve barış içinde tv
başındaydılar, tv kanalı seçimi yüzünden kavga etmişlerdi, “sizin istediğiniz
kanal değil; benim istediğim kanal” deyip haberleri açmıştı. Üstünü başını
çıkarıp tuvalete oradan da banyoya girmiş, sonra çocuklarla halleşmeye
başlamıştı, “patates kızart” diye tutturmuştu çocuklar, balkondaki
patateslerden bir miktar alacaktı, patates çuvalları yoktu, beyninden vurulmuş
gibi kötü hissetti, dehşet bir hayal kırıklığı, biri mi çalmıştı patatesleri,
ev birinci kat, biri çalmış olabilir, kocasına soracaktı, onu aradı cep
telefonuyla, karşı taraf cevap vermedi, makarna yapma işine koyulurken söyleniyordu,
“nerde patatesler?” Çocuklara sordu.
“Anne, sen işe gittikten sonra babam geldi.”
Kocası eve gelir, yatar, ya birkaç gün evden çıkmaz ya
da biraz uyuyup gider, günlerce eve dönmezdi. Ortadan kaybolurdu, alabilirse
kadından para alırdı. Uyuşturucu ya da içki tesirinde olurdu eve geldiğinde.
“Patates kızartıp yedi, biz istedik kovaladı bizi.”
Ertesi gün Ayşe evden çıkmış işe gidiyordu, otobüs
durağına doğru, yolda bir komşusuyla karşılaştı, elinde ekmek poşeti olan kadın
şöyle dedi: “Ayşe Allah razı olsun sizden, Şaban dün üç çuval patates getirdi,
o kadar iyi oldu ki, evde yiyecek hiçbir şey yoktu, dolap bomboştu, komşu
çökelek vermişti, çöpün yanından marketin attığı kırık yumurtalar vardı bir
koli, çökelekli yumurta yaptım, patates kızarttım, çocuklar bayıla bayıla
yediler, o sapsarı patatesler muhteşemdi kız. Senin kocan olacak şu Şaban bokun
teki diye düşünürdüm, alakası yokmuş, kapıya geldim seni sordum, evde yok, işte
olmalı dedi, buyur abla, patates istedim, bana üç çuval verdi, çok dedim bize
üç çuval gelecek” dedi, çok teşekkür ederim size.”
“Ne demek canım.”
Kadının kocası uyuşturucu satmaktan hapisteydi, onun da
dört çocuğu vardı, yatalak kaynanasına bakardı. Harabe gibi bir evde yaşıyordu.
Ayşe, içinden ağlayarak, içi kan ağlayarak oradan
uzaklaştı, şöyle düşünüyordu: “Be o. çocuğu vereceksin madem bir çuval ver,
hepsini neden verirsin ki!”
İşe gitti ama nasıl bir kafayla, o kocayı dişleriyle
ısırıp parçalamak istiyordu, onu dilim dilim kesmek, onu bıçakla delip deşik
ederek inletmek, öküz bir gibi bağırtmak istiyordu, sosyetik genç bir kadının
evine temizlik yapıyordu, kadın Ayşe’nin temizlediği yerleri kontrole geliyor,
aynı yeri tekrar silmesini istiyordu, içeri gidiyor, odasında bilgisayar
masasına kuruluyor kırmızı ojeli parmaklarıyla, biriyle yazışıyor, “ah yapma
aşkım!” diyor, şuh kahkahalar atıyor, ve yine geliyor Ayşe’nin geçtiği yerleri
inceliyor, “burayı bir daha sil lütfen.” Kuruntulu biri belli ki, Ayşe’yi
tanımıyor, tanısa böyle demek herhalde, temizlenmiş yeri tekrar sildiriyor,
Ayşe kadına patlamamak için kendini zor tutuyordu, bu kadınla ilk işi,
gerginlik çıkarsa, ekmeğinden olur, kadın onu bir daha çağırmaz, ayrıca bu işi
ayarlayan arkadaşına da ayıp etmiş olur, dişlerini sıkıyor, kocasını öldürme
hayalleri kuruyor, elinde bir iri bıçak hayal ediyor mesela ve kocasının
çocuklarının nimetini o koca üç çuval patatesi başkasına verdiği aklına gelince
delirecek gibi oluyordu, düşünüp duruyordu, o patatesleri eve zor getirmişti,
yabandaki vahşi aslanı ya da bir leoparı veya impalayı kafese koyup eve
getirmek ne kadar zorsa, o üç çuvalı eve getirmek de kat be kat zor olmuştu.
tanımadığı çok adamlardan yardım almıştı, otobüse
birkaç kişi taşımıştı çuvalları, indirirken başkaları, eve ise komşudan ödünç
el arabası alıp taşımıştı. El arabasına çuvalları yüklemek için de yardım
almıştı.
Ayrıca otobüs şoförüne dil dökmese çuvalları eve
getirmek için başka bir yol bulmak zorunda kalacaktı. “Bir çuval olabilirdi;
ama üç çuval çok fazla” demişti şoför.
Sonra. Patatesler evde, ne mutluydu! Gece başını
yastığa koyunca ne güzel hayaller kurmuştu, 3 ay yeterdi bu patates onlara,
haşlama yapardı, kıymalı patates yemeği yapardı, patates salatası yapardı,
tavuklu patates yapardı, türlü yapardı, of of! Yemek tariflerinin olmazsa olmaz
sebzesi patates! İşe gidip geliyor, en çok işte başının etrafında sanki sihirli
bir hare gibi patatesler duruyordu, bu patates meselesini düşünmeden
edemiyordu, bu saçma meseleyi unutmaya çalışıyordu, “patatesler benim nasibim
değilmiş” diye düşünüp kendini teselli ediyordu. O günlerin birinde temizlik
yaptığı evde bir delirtme hali gelmişti üstüne, bir öfke nöbeti,
perdeleri çekip yırtma isteği, masa örtülerini
parçalamak, vazoları eşyaları… İşi bıraktı, balkona geçti oturdu, sigara yaktı,
gelip geçenleri seyrediyordu, dur kızım, sakin ol, kafanı dağıt, düşünme, ev sahibi kadın yanına geldi; “cancağızım
neyin var, işi bıraktın?” Kadına ters ters baktı, kadın anladı hatasını;
“tamamdır iki kahve yapıp geliyorum, sen dinlen.”
Genç kızlar mutfağa geçti. Evin annesi Nimet mısır
ekmeği pişirecekti.
“Ekmek pişirme işini öğrenmeye ne dersiniz.
“Sonra anne, bize yiyecek bir şeyler versen.”
Ama kızım, evlenince lazım olur, kocanız bayılır buna,
sizi deli gibi sever, güzel ekmek yaparsanız size aşkı bitmez.
Nimet, çay doldurdu bardaklara, dolaptan kahvaltılık
yiyecekleri çıkarıp koydu masaya.
Nimet son zamanlarda evde ekmek yapma işine merak sarmıştı,
yoga yapmayı çok severdi ve yemek yapmayı. Entel dantel takılmayı…Elinde
sürekli bir kitap olurdu…
Genç kızlar kahvaltı yaptıktan sonra bir süre havuzda
yüzüp şakalaştılar. Havuz yanındaki masada hasır şapkaları takmışlar, soğuk
içeceklerini içiyorlardı.
Nur sordu: “Eroini kimden aldın?”
“Hakan’dan.”
“At onu.”
“Son kez kullanacağım.”
“Bağımlı olacaksın,
mahvolacaksın.”
“Biz hiçbir şeyin bağımlısı
olmayız Nur, esrar içmediğimizde onu aramıyoruz ki. Bu hayatta kafamıza eseni
yapamazsak yaşamanın ne anlamı var. Cesur ol.”
“Eroini sen mi istedin
Hakan’dan?”
“Yok.”
“Para verdin mi?”
“Hayır.”
“Bence ondan uzak dur,
“Muhabbet açıldı, öyle aldım.”
“Bir gün içeri girecek.”
“Bizi ilgilendirmez.”
“Geberip gitse iyi olacak,
esrara da onun yüzden başladık.
Ayla, güldü.
“Bir gün ne yapmak isterim
biliyor musun?”
“Ne?”
“Gece apartmanların arasında
geçeceği köşe başında karanlıkta saklanıp yüzüne tahta ile vurmak.”
“Neden?”
“O bunu hak ediyor. İnsanları
zehirleyip yoldan çıkarıyor.”
Sonra sırayla tramplenden havuza atlamaya karar verdiler. Her atlayan atlamadan
önce çığlık attı, çünkü yükseklik korkutucuydu, 15 metre sarsar insanı.
Hakan, çok sevdikleri kız arkadaşlarının en büyük
abisiydi, 30 yaşında, yurt dışında eğitim alıp gelmiş, bir takım işlere bakmış
beğenmemiş, simyah bir motorla gezer, saç sakal uzun, kötümser biri, ülkeyi
eleştirip yerden yere vurur, örgütlenmeden, solculuktan dem vurur, eylemlerin
gerekliliğinden güzelliğinden. Sürekli olumsuz biriydi, ezilen toplum ona göre
eylemler yaparak kurtulacaktır sahtekar siyasetçiden, isyan ederek, örgütlenerek. ve Hakan her gün
içer, yapılı biri, rüya gibi geliyordu başta Nur’a, çok seksi ve güzel adam.
Ayrıca onun olumsuz düşüncelerini de çekici ve seksi buluyordu, o sıralar
onların evinde esrar kullanmaya başladılar, Hakan; “denemek ister misiniz?”
diye sormuştu, o zaman Nur ona hayrandı, ona hastaydı, onu hiç tanımıyordu ama,
çığlık gibi mavi gözleri vardı, dişleri beyaz, sarı uzun saçları var, sürekli
siyah giyer, siyah bandana takar, şiir yazıp durur, güzel şiirler yazar, ses
tonu çok yumuşak ve tatlı. Bakışları parlak, canlı ve sevgiyle ışıldıyor.
Karanlık hatta zifiri sokakta kırsalda bir sokak lambası gibi geliyordu ona
Hakan, onunla sevgili olmak, olmasa bile onunla can cana, kan kana olmak istiyordu.
Ama Hakan’ı tanıdıkça onun tekin biri olmadığını anlamıştı. Onu güzel bir abi
sanırdı, çok bilgili, erdemli, örnek şeyler yapan, ama Hakan’ı tanıdıkça onun
of biri, dev bir saçmalık olduğunu anlamıştı. Hakan kibirli bir pislikti,
çevresindekileri etkilemek için her şeyi yapardı,
Hakan can sıkan, iç karartan biriydi.
Ayrıca babası da Hakan’dan hiç hoşlanmazdı, bir kez
Hakan’ı aralarında görmüştü babası. Sonra sormuştu.
“Bu tipten uzak dur” demişti.
İdris, onun esrar kullandığını yüzünden ve kokusundan
anlamıştı.
“Keş bu, seni yoldan çıkarır.”
“Yok baba, iyi biri o.”
(o zamanlar Hakan’ı hiç tanımıyordu)
“Dediğim neyse o. Ondan uzak dur diyorum. “
“Onu tanısan çok seversin.”
“Akreple dost ol ama bu adamı yanına yanaştırma.”
“Öyle olsun.”
“Sevdiğin, evleneceğin kişi olduğunda eve getir,
tanışırız.”
“Peki.”
“Ama bence onu fiziken dövmesen de lafla döversin.”
“Yaramaz biriyse elbette.”
“Çevrende uyuşturucu bağımlısı biri var mı?”
“Yok.”
“Hiç mi yok?”
“Yok tabi.”
“Atma” dedi gülerek, “seni bağımlı yapmalarına izin
verme.
“Vermem.”
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Nur, gece erken yattı, renkli ve uçuk odasında.
O serin gece bilgisayarında, cep telefonunda değerli
bir şey bulamadı, bir kitap açtı; onu da okuyamadı. Ruhunun can sıkıntısı
eritecek, kalbine güzel bir şey katacak hiçbir şey bulamadı, düşündü taradı
tarttı ama bulamadı, bilgisayarda, nette kötü bir film izledi yarısına kadar.
Sonra ışıkları kapatıp karanlıkta düşüncelere daldı. Uykuya dalarken evi terk
edip izini kaybettirip bir şehirde garson olarak çalışmaya başladığını hayal
ediyordu, bu delice hayal onu mutlu ediyordu, belki de öyle yaparsa yaşamı
bambaşka olurdu, özgür olurdu, sonra bu hayalin içine şeytani tipler girdi,
onlarla uyuşturucu kullanmaya başlar, bağımlı olur, onlardan biri ona tecavüz
edip öldürürdü, yani o hayatta özgürlük filan yoktu, garson olarak çalışmaya
dayanamazdı ki. En kötü işlerden biridir garsonluk, yorucudur, eh, insanın
gecenin bir yarısı canı sıkılınca evden bağımsız olmaya dair uçuk hayal gözüne
hoş gelebiliyor, para kazanmak zordu hayatta ve şimdilik baba parası yiyordu,
babasının dedikleri oluyordu, çalışmadan da ölene dek yaşayabilse güzel olurdu.
Öte yandan çalışan, dişiyle tırnağıyla mücadele eden kızları hayal etti, onlar
fakirdi, kuaförde çalışırlardı, pazarlarda sebze satarlardı, kasiyer olurlar,
her türlü zorlu işe dalarlardı. “Keşke onlarda olan azim bende de olsa” diye
düşündü. Tek başına yaşamayı hayal etti, üniversite okuduğu şehirde, babası
para yolluyor, eve arkadaşlarıyla dolup taşıyor, sık sık parti yapıyor, bir
parti gecesi babası aniden kapıyı çalıyor, yok, böyle bir şey gerçekleşemez,
babası kaç para yollarsa hesabını sorar, eve arkadaşlarını dolduramaz. Babası
zaten onu yurda yerleştirir, üniversiteyi kazanırsa… Dişli bir kız olmak
isterdi, en ufak sıkıntılarda ağlamayan, ya da kendini öldürmeyi düşünmeyen,
demir gibi kızlar vardı hayatta, bazılarını tanımıştı, biri yolda laf atınca
karşı tarafı doğduğuna pişman eden kızlar, oysa kendisi ne diyeceğini şaşırır,
utanır, korkar. Çeşitli sapıkların, otoritelerin, geri kalmışlıkların
erişemediği eğemediği eritemediği ve bükemediği kızlar, sanatsal kızlar.
Çingene ruhlular. Hiçbir yere bağlı olmayı sevmeyen kızlar. Kim vardı hayatında gerçek bir dost. Ayla
vardı, Ayla da bazen çok şapşaldı, malca şeyler yapardı, ama matraktı.
Gülümsedi içinden, Ayla geldi gözlerinin önüne, onu gördüğü son haliyle, içten
ve büyük gülümsemesiyle. Böylece hissettiği can sıkıntısı, boşluk duygusu,
mutsuzluk hissi birden kayboldu.
Sabah uyanınca enerjisi yerine gelmişti, dinamik
hissediyordu, “iyi ki bu aileye sahibim” diye düşündü. Herkesten erken
kalkmıştı, ilginç bir fikir uyandı kafasında, bikinisi açılınca bir yeri
kopunca alt kısmında…çıkardı hepsini, yüzme havuzunda yüzmeye başladı, su
soğuktu, kısa bir süre sonra çok üşüyerek havuzdan çıkıp hemen üstünü giydi.
Kendisine tost yapacaktı, babası kalkmıştı, “ben yaparım” dedi, kahvaltı
hazırladı, babasıyla kahvaltı yaptı. Sonra babasıyla şakalaşıp durdu.
“Seni gezdireyim” dedi babası, çok güzel bir yere
gideceğiz.”
İdris onu iş yerine, fabrikaya getirdi. Babası onu
çalışma gerçeklerini, ekmek parası kazanmanın zorluklarını görsün diye
getirmişti. Nur, kandırıldı için kızgındı. Ama sonra hep burasını merak
ettiğini hatırladı, ufak yaştan beri.
İş yeri şehirden uzakta, ıssız bir alandaydı, devasa
bir alandı burası, yapı, banyo aksesuarları üreten şirketti, duşa kabin. Her
çeşit duşa kabin üreten uluslararası bir şirketti bu.
Nur, babasıyla büroya geçti, babası bilgisayarını
açarken iki çay geldi, çaycı kadın çayları bırakırken İdris kızını çaycı
kadınla tanıştırdı, kısa bir sohbet oldu, şişman bir çalışan kapıyı çalıp içeri
girdi, İdris’i bir iş için atölyeye çağırıyorlardı. Nur büroda yalnız kalınca
orayı burayı karıştırdı ufak çocuk gibi. Çayı içti. O şişman atletli adam
geldi, “sizi fabrikada gezdirmekle görevlendirildim, buyurun gelin.”
Nur içinden garipsedi durumu: “Başbakan geldi sanki.”
diye düşündü.
“Gerek yok abi. Ben kafama göre takılırım.”
“Var var sen gel. Baban çok ciddiydi.”
“Sen git ben gelirim, çayım bitsin.”
Çayını içti, aralık kapıdan baktı, şişman adam
görünürdü yoktu, Nur süratle oradan uzaklaştı. Şarkı mırıldanarak ilerliyordu,
fabrikanın arkasına ilerledi, 20 yaşlarında bir işçi yaşlı bir adamla tahta
paletleri yüklüyordu kamyonete. “Cahil ve acınası fakirler…” diye düşündü, al
birini vur ötekine, sürekli şükür edeceklerine, din sömürüsü yapan
siyasetçileri iktidara getirmeseler…Din denen şey fakirlerin avuntusudur.
Hayattaki zorluklar ve belalar karşısında insanların kendilerini teskin etme
biçimi, kandırma, oyalama. Bu fakirler akıllarını kullanabilse kendi işlerini
kurabilirler ya da düşük ücretle köle gibi çalıştırılmalarına izin vermezler,
örgütlenirler; ama bunlar dinle kendilerini uyuşturuyorlar, din bir afyondur.
İradeleri din denen şeyle esir alınmıştır şuurları. Bunların kafası kesik ve
ortalıkta dolaşabilen tavuklardan farkı yoktur. Kafaları kesiktir; ama
ölmezler, kafaları dinle zehirlenip imha edilmiştir akılları, fikir ve
düşünceleri, aside batırılmış gibi. Sahilde dondurmacıda çalışan bir genç kız
görmüştü, siyah önlüklü, öğle sıcağında izin alıp sigara içmeye çıkmıştı
sahildeki çam ağacının altında sigara içiyordu çimene bağdaş kurmuş, çok
kısaydı vakti, çok çabuk geçerdi, çevreyi izlerdi, ne düşünürdü, bu kız hayatı
boyunca bazı üçkağıtçı işverenlerin kölesi olarak kalacaktı, herkes onu bir
parça sömürecek, herkes onun ruhundan bir parça koparacaktı, bu alçak sömürü
düzeniyle savaşma taktiği yoksa, ya dişiyle tırnağıyla okuyacak, ya kendine bir
iş kuracak devletten aldığı kredi ya da hibe desteğiyle. Nur bu genç kızdan
dondurma almış, işe sigara molası veren kızı seyretmişti, onun iç dünyasını,
kafasının içinden geçenleri merak etmişti.
Şimdi şurada iş yapan genç adam ve yaşlı adam işte o
ömürleri boyunca sömürülecek olanlardı.
Yaşlı adam; “yoruldum” deyip gitti, çay vakti geldi.
“Dayı, yarım saat var, İdris abi götünü keser.”
“Belim ağrıdı.”
“Hep böyle yapıyorsun dayı, düşmanını sikeceğim bak!”
“Gel benle, takma kafanı, hızlı çalışırız bitiririz.”
Şener, işi tek başına yapmakta zorlanıyordu.
“Yardım edeyim” dedi kız, malzeme yığını ardından
çıktı.
Genç adam şaşırdı, “senin burada ne işin var”
diyecekti, ses etmedi, arada bazı konuklar aileleriyle gelirdi fabrikaya, iş
görüşmesi için ya da İdris onlara mangal yakardı. Fabrikanın dışında öyle bir
yer ayarlamıştı, konuk evi diye. Burada bağ evi gibi ağaçlı çiçekli bir yerdi,
cennetten bir parça gibi.
O büyük kalıplı şişman adam geldi:
“Ya Şener, misafire iş yaptırıyorsun, oldu mu, senin
uyuz” dedi, enseye bir şamar attı. Şaka maka ama sert bir tokattı. Coşkuya
kapılmış, ayarlayamamış tokat derecisini.
“Şener çok kızmıştı: “Senin ben…!” dedi. Küfür edecekti
nerdeyse…
Düşecek gibi olmuştu.
“Ne dedin?”
“Bir şey yok, kendisi yardım etmek istedi. Ben de ses
etmedim.”
“Patronun kızı gelmiş; iş yaptırıyorsun; hiç olmadı.
“Kusura bakma bayan. Çocuk cahil.”
“Ne bayanı!” dedi, “genç kızım, bayan değil. Karışmayın
işimize.”
Şişman adam; “siz bilirsiniz, küçük hanım, devam edin
çalışmaya, ben karışmam. Ama bir yerinizi sakatlamayın da iş yapayım derken.”
Şener, “çok iyi dedin” diye düşündü, genç kıza
minnettarlıkla baktı. O sırada kız şöyle dedi gülüp:
“Bana Nur diyebilirsin. Molozun teki. Aldırma.”
Az sonra; “yoruldum” dedi genç kız, “oturalım, içecek
yok mu, bir şeyler içelim.”
Yan yana oturdular iki paletin üstünde, karşıda güneş
ve ve ekili tarlalar vardı.
“Bu iş zor; nasıl katlanıyorsun buna?”
“Bana öyle gelmiyor, çok daha zorlarını gördüm.”
“Sigara yakmayacak mısın?”
Şener şaşırdı, paketi çıkardı; ama gen kız ondan
hızlıydı; “buradan yak.”
“Arada tek tük içerim; ama babam görmese iyi olur.”
Güldü.
Şener genç kızın güzel parfüm kokusunu duyuyordu,
Zengin adamların kızlarının kibirli olduğunu bilirdi,
ama bu kız başkaydı. Kızın sigara içişi çocukçaydı, belli ki birilerine
özeniyordu, adam yerine koyulmak gibi bir şeydi bu onun için.
“Okul durumların olmadı mı?”
“Çocukluktan beri ailemin geçimine katlı olsun diye
çalışıyorum. Mecburen, kardeşlerim var. Babamın kazandığı yetmiyordu, sonra
öldü babam. Tabi bir ara okuyamadık diye ezik hissettim, sonra büyüdük, ayının
ya da erkek aslanın ağzından ekmeğini alabilirim, yapamayacağım iş yok.”
Sohbet tatlı tatlı ilerlerken arkadan sessizce yanaştı
yaşlı adam; enseye bir şamar attı.
Genç adamın öfkeden yüzü kızardı ve acıdan ensesi.
Yaşlı adam sigarasından çekti; “oğlum domates gibi
kızardın, neyin var?”
“Yavaş ol dayı, çok sert vurdun.”
“Burada oturmuş muhabbet ediyorsun, iş bitmemiş.”
“Çekil şuradan pis kokulu seni! Hanımefendiyi rahatsız
etme, leş gibi ter kokuyorsun, yüz metreden adamı kokunla imha edersin, pislik
torbası, git banyo yap be, uzaklaş.”
“Dayı, kızıyorum ama!”
Yaşlı adam güldü, yaşlıydı ama dinç ve kıvraktı.
“Bu var ya,” dedi yaşlı adam, “çok açlık çekmişler, bir
keresinde bahçede kirpi bulmuşlar anne biz buna bakalım çok sevimli, anne
ertesi gün akşam kirpiyi kesip patatesle haşlayıp önlerine koymuş. Çocuklar
kirpiyi sormuş sonra, annesi de şöyle demiş: Ailesini özledi çekti gitti… Ha,
bir şey daha anlarayım, Şener, pazarda ayakkabı boyacılığı yapmaya çalışıyordu,
iş yaptığı yok, acıdım buna, buraya işe soktum onu, sayemde rahat etti.”
Şener, ters ters yaşlı adama bakıyordu: “Dayı bitti mi
lafın?”
“Bitti, siz kalkın gidin çay için, kalan işi ben
yaparım.”
“Tamam dayı.”
“Ama dur, bir şey daha diyeceğim. Kızım bak bunun
babası var ya, yetmiş yaşında bir kocakarıya gitti, kocakarının ağzında iki diş
kalmış tavşan gibi, ön düşler, bumburuşuk suratı bir kadın, neden ona gitti,
kocakarının evi tarlaları vardı parası. Çocuğu çoluğu yüz üstü bırakıp gitti,
ben, mahalleli sahip çıktık bunun ailesine.”
“Of dayı ya, girmesen özel meselelerime.”
Genç adam genç kızla ilerliyordu.
“Dayıyı karısı evden attı, bunak bir kadın, git çalış
bir şeyler yap diye, arada fena aksileşen bir karısı var, kavgacı. Dayı bizim
mahalleden, plastik toplayıp satmaya çalışıyordu, patrona dedim, anlattım,
sonra onun çalışmasına baktı ve onu işe aldı.”
“Kirpi yediğin doğru mu?”
“Evet, beş altı kez yedik.”
Konuk evinin oraya geldiler, çay, poğaça aldılar,
Sohbet burada devam ediyordu bir ağacın altında.
Şener dedi ki: “Kendimi bildim bile çalışıyorum, okusam
ne güzel olurdu, büyüyünce iş değişir, kendimi kurarım dedim, ama yine imanım
gevreyene kadar çalıştırdılar, ve paramı tam vermediler.”
“İmanı gevreyene kadar da nedir?”
Şener şaşırdı: “Sen bunun anlamını bilmiyor musun?”
Güldü. Bunu bilmiyorsan…sustu, “çok boş kafalısın” diye düşündü.
Şöyle dedi ona donmuş gibi bakan kıza: “Öyle şeyleri
bilmezsen düzgün bir tavır, bakış açısı geliştiremezsin.”
“Ya şey… biliyordum da hatırlayamadım birden.”
“İman nedir?”
Genç kız başını başka tarafa çevirdi sinirle: “Bana
böyle sorular sorma!”
“Yoksa sen imansız mısın?” Güldü.
Genç kızın dinle arası yok. Hiç inancı yoktu.
“Fakirler Allah’a inanır, zenginler ise paraya.”
diyecekti, diyemezdi, karşısındaki de fakirdi.
“Konuyu değiştirsek? Can sıkıcı bir tartışmaya girmek
istemiyorum.”
“Neden?”
“Kalbini kırarım.”
“Canını sıkma, inançsız dostlarım da var, istediğin
gibi takılabilirsin. Seni yargılamam.”
“Ben kirpilere inanıyorum ve sen
onları yiyorsun! Zavallı kirpi yenir mi yahu?”
Sırıttı: “Annem işte, ne yaparsın.
O zavallı kirpiyle annemi ben tanıştırdım, topallıyordu, anne bunu ameliyat
edelim düzeltelim demiştim, annem ben onu iyi ederim demiş, kirpiyi alıp
mutfağa götürmüştü, sonra onu arka bahçede gördüm, orada kirpiyi kestiğini
yıllar sonra anladım.”
“Evde yiyecek yok muydu?”
“Zeytin ekmek vardı sadece. Et yemiyorduk uzun süredir.
Ama çok üzüldüm, kirpicik sevinçle, kıpır kıpır dolanıyordu bahçede ve ben ona
ekmek parçası atıp kandırdım, elime alıştırdım.”
Tabi Nur bu sözleri çaktırmadan cep telefonuna
kaydetmişti, bunu internete koymak çok eğlenceli olabilirdi.
“Sonra annem birkaç kez daha kirpi pişirdi bize.”
Şener’i çalışanlardan biri çağırdı.
“Gitmem lazım, kendine iyi bak” dedi Şener, benimle
sohbet ettiğin için teşekkür ederim. Dur seni babamla tanıştırayım.”
Yaşlı adam geriden koptu geldi.
Nur, yüzünden değişik renkte küçük kuşlar salarcasına
bütün yüreğiyle şaşkınca ve gülümseyerek baktı ona, beni işlettiniz ha?”
“Yok ya.”
“Doğal olarak gelişti.”
“İyi tiyatroydu.”
Şener gülümsedi, “kusura bakma.”
“Ben de senin için yardım kampanyası başlatmayı
düşünüyordum.”
Şener güldü: “Yıldızlı bir gecede beni hatırlayıp
hayatım için birkaç güzel dilekte bulun ruhunla ve kalbinle yeter.
Nur şaşırdı: Zarif ve anlamlı sözler beklemiyordu.
“Seni ilk gördüğümde ve sonra ilk sözlerini duyduğumda
kalın kafalı birini bekliyordum bunu değil.”
“Sana öğüt: Tanımadığın insanlara güvenme.”
Kirpi yediğin gerçek miydi?
Kesinlikle.
Beni işlettiniz, olmadı.
Oldu oldu çok güzel oldu
Son gülen iyi güler dedi ve cep telefonunun kaydını
açtı.
Ses duyuldu: “Ben kirpilere inanıyorum ve sen onları
yiyorsun! Zavallı kirpi yenir mi yahu?”
“Annem işte, ne yaparsın. O zavallı kirpiyle annemi ben
tanıştırdım, topallıyordu, anne bunu ameliyat edelim düzeltelim demiştim, annem
ben onu iyi ederim demiş, kirpiyi alıp mutfağa götürmüştü, sonra onu arka
bahçede gördüm, orada kirpiyi kestiğini yıllar sonra anladım.”
Şener’in yüzünün şekli değildi.
“Akşam bunu internete koyarım.”
“Sakın yapma!”
“Merak etme, adını ifşa etmeyeceğim.”
“Olsun yine de yapma.”
“Tanımadığın insanları hafife alma, işletme.”
“Özür dilerim.”
“Kızları hafife alma, yoksa iyi bir bakış açısı, tavır
geliştiremezsin.”
“Haklısın, tekrar özür dilerim, onu siler misin?”
“Gece silerim.”
Şener oradan ayrıldı.
Akşam oluyordu, Nur iş yerinde Şener’i arıyordu, ona
veda edecekti, bu sürüngeni sevmişti.
“Umarım ömrün boyunca sürüngen olarak kalmazsın.”
O ada orada bir yerde oyalanıyordu, onu son kez görüp
bir şeyler söylemek için. Temiz üstünü giyinmişti.
Şener güldü: “Fareler doğar, yaşar ve ölür. Fare
faredir. Fareler ve İnsanlar, bu kitabı oku. Umarım bir gün sınırları
aşabilirim.”
“O kitabı okudum, bence sende şans parıltısı var,
atmosferinde.”
Şener güldü.
“Mutlu olmanı dilerim.”
“Öyle bir şey yok ki. Ona koşarken bile hatalı çıkış yapar
insan. Çok sevdiğinle kanlık bıçaklı olursun.”
“Ezik psikolojisi. Bunu aş.”
“Azimli ol.”
Nur, oradan babasının aracıyla karanlıkta ayrılırken
içini derin bir üzüntü kapladı.
Nur, babasıyla evdeydi. Annesi
mutfaktaydı, yemek pişiriyordu, Nur bahçeye çıktı, arka bahçeye çıktı, bir
sigara yaktı, geçirdiği günü, tanıştığı insanları düşünüyordu, içini bir sızı
kapladı, Şener’in gülüşü, gözlerindeki ılık bakış, gülümsemesi,
konuşması…bunlar geliyordu gözünün önüne. Annesinin ve babasının üstüne çok
emek harcadığı bu çocuk… bu değerli fakir çocuk…
İkinci sigarayı yaktı, aniden
içinde dehlizlerle dolu bir kara sıkıntı düştü, her bir dehlizi ayrı türde,
başka bunu anlayamadı ama hep kötü kötü şeyler içinden geçmeye başladı, kendini
öldürmeyi düşündü, bu binlerce dönüm arazi ağaçlarla doluydu ve sıcak günün
akşamı esinti vardı, rahatlatan bu esinti ağaç dallarını titretiyordu, kavak
ağaçları vardı, yaprakların rüzgarla sallanıp birbirine sürtünme sesi zarif bir
müzik gibi dolduruyordu kulağını. Sırt çantasını alsa, tabi içinde yiyecekler
olacak, su, uyku tulumu olsa, uzanacağı bir mat, kaç gün hayatta kalabilir, ve
böyle ilerleyip gitse ve ortadan kaybolsa. Ormana çeşitli eşyaları atsa…hayat
son derece sıkıcı geldi gözüne, yaşadığı hayat, sürekli bir şeyler yapmaya
mecbur olmak, içinden geçenleri yapamaması, bu tür şeyleri düşünmeye başladı,
kaçıp gitse, öyle izler bıraksa ki aile onun ormanda öldüğünü düşünse, cesedi
vahşi hayvanlar götürdü diye düşlünseler… yıllar sonra ortaya çıksa, ailesini
görmeye gelse. Bir gemiye binse….gerekli
evrakları çıkartıp garson olarak çalışsa gemide, böyle çalışıp emekli olan bir
türk kadın duymuştu. Bir kız arkadaşının ablasıydı bu kadın. Gemi sürekli
yolculuk hallindeydi, zengin müşterileri gezdirirdi. Birileri…birilerini öldürmeyi
düşündü, canını sıkan birilerini. Silah almayı düşündü…bu kötücül düşüncelerden
rahatsız oldu, kaktı yerinden, ilerlemeye başladı usul usul. Bu sıra ruhsal
hali hemen değişmeye başladı, serin rtüzgrı…
Şener’le yaptığı sohbet
kafasında dönmeye başladı bu çocukla arkadaşlık onu mutlu etmişti, neden
çevresinde böyle insanlar yoktu ki, tek Ayla vardı, o da deli pisliğin tekiydi.
Şunları hatırladı.
Nur sormuştu:
Sevgilin var mı
Ben de sana bunu sormayı düşünüyordum, çekindim,
Neden
Hemen konuyu buraya getirip salak bir kız olduğumu düşünmenden korktum, salak kızın derdi
sevgilidir. Sevgilim dedin
ya, erkeklerin benim
hakkımdaki ilk düşüncesi beni sikmektir, bu kızı nasıl kandırıp sikebilirim.
Şener bu kadar dürüst ve
dobra bir cevap asla ummazdı. Bu narin görünen kız balyoz gibi savurmuştu
düşüncelerini. Utandı.
Ne oldun, yüzün garip oldu
Hiç dedi.
İtiraf et sen de beni
görür görmez sikmeyi düşündün
Hayır hayır
Nur gülerek ısrar
ediyordu.
Genç adam ise bırak ya,
kafa bulma benimle.
Genç kız ısrarı bıraktı.
Şimdi babam annem
evlenmemi iistiyor, mahallede komşumuz bir kız var, tombul kız, şişman yani.
Boyu kısa. Benim gibi. Topaç gibi tosun gibi bir kız. Ailem bu kızı beğeniyor.
Neden
Çünkü iyi yemek yapıyor,
kardeşlerine sahip çıkıyor, dört kardeşi var, babası yok, iş kazasında ölmüş,
annesi ne iş bulsa yapar, fakirler, kız üniversite okuyacak. Sağlam kız,
namuslu. Boş konuşmaz. Demir gibi. Ailem onunla evlenmemi çok istiyor, gidip
orospuluk yapmaz, seni aldatmaz satmaz, kölen olur. Diyor annem. İnce zarif kızlar
böyle olmaz diyor, ona demiştim, zarif bir kızla evleneceğim diye. Şimdi ben bu
kızla evlensem, koşsam yetişemez bana, zayıflaması lazım, zayıflamaz ama onu
bildim bileli şişman.
Ameliyatı var
40 milyardır o ameilyay
parası.
Yani benim hayal dünyamdan
geçenlerke bu kız hiç uymuor birbirine. Akşam kafaa esti, hadi yürüyelim, hadi
ülkenin diğer ucuna gidelim, böyle bir delice fikir bende uyansa, hemen der,
anneme haber verim, şudur budur, başımıza kötü bir şey gelirse….delirdin miotur
götünün üstüne, oralarca ne işimiz var, bize para lazım, evlilik masarfaları
için yıllarca taksit vs ödeyeceiz der.
Nur bşaını salladı:
gerçekler ve hayaller birbirine uymaz ki. Seni anlıyorum. Ayakları yere basan
hayaller…gerek..bu da seni boğuyor anlaşılan.
Aynen.
Evlenirsem bu şişman
kızdan sıkılırsam ne bok yiyeceğim, ben senden sıkıldım boşanmak istiyorum mu
diyeceğim.
O zaman deneme yap,
nişanlan önce.
Düşüncem bu ama ne
yapacağımı bilmiyorum.
Flmlkerde aşklar var,
birbirini delice seven çiftler zorlujklara göğüs geriyorlar filan, birbiri için
ölebilirler, gerçekte böyle bir şey yok ya. Beni deli gibi sevip benim için
dünyayı karşıma alan bir kız olsaydı.zengin bir kız ama
Zengin mi
He…parası için değil. Zengin kızlar başka olur…zorluk
görmemiş ya. Çıt ırıldımdır, bir filmde izlemiştim, kız çok nazik, asla
vahşileşmiyor. Böyle bir kız sevgilim olsa.
Bunlar özenti saçma sapan şeyler.
Bence de dedi gülerek. Bir kitap alıyorum, bir adamı
anlatıyor mücadelesini, adam bir kızı seviyor, ya kitabın en değerli
bölümlerinde aşk doğru düzgün yok, aşk olursa iyi olmaz diye bakıyor, boktan
bir roman oluyor o zaman. Aştan söz etmek suç sanki.
Biliyorum o mal kitapları.
Hayal dünyam olmasa çekilmez bu ciddi ve zor hayat. Bu
gerçekler insanın hayal dünyasının belini kırıp bütün umutlarını söndürüyor, üç
beş çocuk ve geçim derdi, bunu yaşamak istemiyorum. Bi ervli, götü çıkıyor
geçinebilmek için. Askerden iki yıl önce geldim, evleneceksem bile evim olmalı.
İrada oturamam ki.
İnsan gerçekten ruhuyla sevilmeden asla rahat etmez
hayatta. Öyle biri olacak ki.
Konuyu nereye kaydırdın
Bir kız arkadaşımın ablası böyle demişti. Sık sık
seviştiği sevgilisyle değil de bambaşka biriyle evlandi.
Annesinin ona seslendiğini
duydu, içeri geçti. Büyük dikdörtgen masa kurulmuş akşam yemeği zamanı
gelmişti, tabaklara anne yemekleri koymaya başladı, bu onların en mutlu olduğu
anlardan biriydi. Lavabodan çıktı Ayla, nur onunla göz göze geldince içi içi
ışıntı
Sen de nerden çıktın tavşan
surat. Ayla yanaşıp ona sarıldı. Biribirini öptüler.
Naber kömürlük güzeli, dedi
taner,
Nur ona pis pis baktı ve dil
çıkardı. Bok ye dedi dudak
hareketlieriyle.
Taner ona sessiz öpücük attı
sırıtttı, saçları uzundu, sarıydı, gözleri maviydi, 19 yaşındaydı, bir
kulağında küpe vardı. Uzun boyluydu, hafif keçi sakalı vardı.
İyiyim fare surat, seni
sormalı.
Baba dün motordaki sorunu
gidermek için kömürlükte bıraktığım takım sandığını almaya giderken bir de ne
göreyim, simsiyah bir kız, zencilerden daha siyah. Bir de baktım ki benim kız
kardeşim…gülmeye başladı.
Baba şuna bir şey de…ben
simsiyah değilim ki. Ben güzelim, yüzüm parlak, ışık saçıyor,
Abin senin güzel olduğunu
anlatmaya çalışıyor, şaka yapıyor kızım, takma kafana.
Dalga geçiyor ama olmaz,
arkadşlarım duysa lakabım kömürlük güzeli olur.
Taner oğlum abartma lütfen,
rahat dur, kız kardeşine güzel şeyler de, papatyasın gibi.
Baba diken o diken, deve
dikeni.
Ağzını burnunu kırarım senin,
su bardağındaki suyu ona fırlatacak gibi yaptı nur.
Çocuklar yeter. çocuklar bu
tatlı diyalogu sonra devam ettirin.
Şakalaşıyoruz baba dedi
taner. Ayla naber kız.
İyidir.
Ayl dedi ki: arkadaştan
çıkmştım, taksi beklerken bir de ne göreyim, taner, kırmzı ışıkta bekliyordu,
koşup yetiştim. Kaptı beni geldi, eve bırak dedim ısrar etti, çok hızlı sürdü.
Atma, o motor ölü eşek hızınd
ilerler.
Yok hızlıydı. Kaza yapacak
diye çok krokum. Ama sonra yavaşladı. Issız orman yolunda kaza yapsak bizi
bulana dek geberir giderdik.
Acaba eski motoru satsak mı?
Neden baba
Kaza yapıp ölebilirsin,
Yok baba
İdris sinirle ve kendini
kaybedercesine kararlılıkla dedi ki: Motoru satıp sana en yi maraton
ayakkabılarından alırım oğlum. Sen yeter ki he, de, baban her zaman arkandadır.
Kaza riski yok. 30 kimöotre koşarsın. Leopr gibi kuvvetli olur bacakların.
Göbeğin de demir gibi olur kasların.
Herkes gülüyordu.
Bu çok eski bir motordu,
kırmızı renkli, yanda sepeti olan, benzinle çalışıyordu, sıradan bir motordu,
1. Dünya savaşında bunlar askeri araç olarak kullanılıyordu, hatta bazı türk
filmlerinde, stve mc filminde de kullanışmıştı bu motor. Tanere bir bisiklet,
motor ya da araç lazımdı, baba bana mtor al diye tutturmuştu, idris de onu
oyalayıp dururdu, üniversiteyi bitir önce diye. Çalışıp para biriktirip almayı
deneyebilirsin, ama taner çalışacak cinsten biri değildi ve zora gelemezdi.
Ev şehirden epey uzakta ve
kimsenin yaşamadığı ormandaydı. Buradan insan geçmez, otobüs dolmuş taksi hiç
geçmezdi. Nadiren orman işletmeye ait bir araç görünürdü yolda. Buralara
bir araç olmadan buraya gelmek
zordu.
Tanerin aklına annesi geldi,
evet, anesinden para alır, babasına da çalışıp para biriktirdim diye bilirdi.
Peki annesinden para nasıl
alacaktı, idrsin en büyük destekçisiydi kadın kocasını sözlerine inaırdı: biz
buna motor alırsak bir şey öğrenemez, ama kendi çalışıp alırsa tecrübe sahibi
olur, değerini bilir. Biz alsak motoru anlamı olmaz, bu motoru çok arzulasın ve
kendi kendine elde etsin. Sevgiyi bulduğuı gece yatağa atarsa aşkı nasıl
öğrensin, beklemek, sabretmek, özlemek, onun görememek, engeller…bak bunları
yaşarsa…
Taner şöyle dedi annesine: anne
barda çalışacağım, sen de bana destek ol, güzel bir motor alayım kendime.
Annesine yalvarmış, onu
tavlamıştı, ben de çalışacağım anne. Söz.
Kadın dayanamamış, tamam
demişti. Taner barda bir gün çalışmıştı. Eve gelmiş, ağlamıştı. İşe bir gün
dayanabilmişti ve annesine öyle şeyler anlatmıştı ki. Kadın çok üzülmüştü, dert
etme, o motoru ben alırım sana, babana da çalışıp para biriktirdim aldım
dersin. Oysa taner numaradan göz yaşları dökmüş, kendini acındırmıştı.
Bardakileri bir canavar, şeytan sürüsü gibi anlatmıştı, emek sömrüsünde uzmak
olmuş şerefsizler gibi. Öyle yalanlar atmıştı ki. Anne saatlerce bulaşıp
ykattılar bana, ayaklarım ağrıdan kırıldı yere düştüm baydım yemek de
vermediler, işi bitir öyle yersin dediler ama tabaklar da gibi yıldı tezgahta ve
baygın halde beni tuvalete götürüp bıraktılar, biri yere sıçmış, başımı bokun
üstüne koydular, hortum tutup beni köek gibi ıslattılar. Sonra deri kıyafetli
kamçılı adamlar üstüme işedi,
Sonra uyuşturudu bağıılısı bar
sahibi ve beş çalışanı Barın arkasında, bıaç çektiler.
Kadın kulaklarına inanamadı,
onları dava edeceğim dedi ama taner ylvardı. Bunlar karanlık adammış, mafya.
Annesini sakinleştirdi. Kadın öfkeden çılgına dönmüştü. Sakinleşti ve oğlunun
sırtını saçlarını okşadı, sana o güzel motoru alacağım oğlum merak etme. Her
sabah işe gider gibi evden çıkacaksın. Tamm mı
Tammdır.
Arkadaşlarında vakit geçir gel
akşam.
Tamamdır anne.
Ve taner gece olup biteni kız
arkadşına anlatıtyordu odasında, oğluna tatlı getiren anne sesi duyumuş ayak
kesip içeriyi dinlemişti:
Aşkım annem o kadar saf değildir, inanmaz kızım demiştim
sana ama inanır dedin sen, hepsini yedi, şu bulaşık yılama, tuvalete atılma ve
hortumla ıslatılma hikayen süper tuttu.
Nimet öfkeyle dişlerini sıktı.
Sonra nimet şehirde epey
dolaşmış, şehrin kirli ve karanlık arka sokaklarından ikinci el motor satan bir
motorcudn bir motor satın almıştı. En adi, en eski, en hurda motoru gözüne
kesitrdi.
Abla afedersin ama en boktan
motor bu, bunu almak istediğinizden emin msiniz.
En boktan bu mu?
Kesinlikle.
Güzeeel.
Sık sık yolda kalır, bak
benden söylemesi, ama bzen hiç bozulmaz, bunu kullanan dinden imandan çıkar
onun dilinden anlamazsa, deli eder kendini.
Nasıl yani.
Kap kaç yaptın bu motorla
diyelim, motor bunu anlamış gibi durur, hatta kaç kaç yapılan kişiye doğru
gider. Bu hurdayı almakta ciddi misiniz? Tekrar sordum çünkü iade kabul etmem.
Kesinlikle.
Dükkan sahibi mtora baktı ve
şöyle dedi: Ateş yılanı.
Sen az önce bana ateş yılanı
mı dedin.
Asla hanımenedin, ateş yılanı
motorun adı diyebilirsiniz, yılan ya da ateş ya da kobra, bana kalırsa kobretti
derdim ona.
Çok garip.
Evet, bu motorun sahibi hacı
amcaydı, beş vakit namazını hep camide imamla kılardı, o motora ateş yılanı
adını takmıştı, bazen kobra derdi ona, türlü türlü adları vardır bunu, bana da çok garip gelmişti, bu kafadan çatlak
diye düşünmüştüm,
O rahmetli olunca üç çocuğuna
bu motoru miras bırakmış, trilyonları ise kendi kurduğu vakfa ve bir kısmı da
bir sivil toplum kuruluşuna bağışladı. Miras davası yıllardır sürerken. Hiçbiri
para yerine bu motoru neden miras bıraktığına akıl sır erdirremedi, biz bile.
Şunu da söylemeliyim, eşref amca motorun bir ruhu olduğunu söylerdi, yani onun
bir canlı gibi canlı olduğunu…bozuulursa küfür edersen asla çalışmazmış mesela.
Güzel güzel konuşursan düzelirmiş arıza. Bence eşref amca biraz kaçıktı. Batıl
şeylere inanırdı, uyduruk şeylere.
Oğlum sama aslan gibi bir
motor aldım
Arka bahçede.
Üstünde çul örtülüydü motorun.
Anne, ta ta tammm dedi çulu
çekti.
Anne bu ne, bu bir hurda. Ben
bunu sürmeye utanırım. Arkadaşlarım beni bnunla görse mahvolurum.
Baba bana yeni motor almak
için yardım edecek misin?
Üniversiteyi bitir, konuşuruz.
Bari bir bisiklet al
Üniversiteyi bitirirsen araç
alırım, oğlum sen ne diyorsun, bisiklet ne ki.
Kahkaha attı: Baba süpersin.
Kalktı onu yanağındn öptü
Alırım ama ama tek teker,
sonra iknicisi.
Herkes gülmeye başladı.
Sonra motoru, eski
otomobillerdn otomobil yapan bir arkadaşım var
Baba olmaz öyle ya.
Olur olur.
Baba şakanın sırası mı…
İdris gülümseyerek çatalını
salataya daldırdı, etten bir parça kesip ağzına attı.
Baba eve zor geldim. Kaç kere
aniden durdu. Bo motor deli etti beni.
Güzel oğlum tamir emeyi öğren.
Madem motor alıyordun neden daha sağlam bir şey almadın, o külüstüre beş kuruş
verilmezdi.
Taner annesine çevirdi
gözlerini.
Sen ne dersin anne.
Baban haklı, bu motoru tamir
ede ede ustası olursun. Sana yein motor alsak bundn hiçbir şey öğrenemezsin ama
eski motor sana bu işin ruhunu öğretir.
Taner motorla şehre indiğinde
bşında kask olurdu, gözünde güneş gözlüleri, başında siyah bir peruk
arkadaşlarıyla buluşacaksa motoru uzak br yerde bırakır, soygun yapmış gibi,
merkez bankasını soymuş gibi kaçarcasına oradan uzaklaşırdı. Ço gururluydu ve
zengin arkdaşları onu bu motorla görürse dillerinden kurtulamazdı. Motor sık
sık arıza yaıyordu vegece yarısı villaya gideken bozulmuştu, yol kenarına
oturmuş ağlıyordu, bu yol ytürümekle bitmezdi, karnı açtı ve yorgundu, sonra
birden annesinin dediği aklıa geldi, motorun adı kuru kafa, sakın unutma, küfür
edersen çalışmaz, güzel güzel konuşursan çalışır, bunu denedi, aşkım kuru kafa,
çalış lütfen diye başşladı söze, ve kontağı çevirdi, motor çalışimadı, hay
senin ananı avradını diyeceği sırada motor çalışmaya başladı.
Taner karnını doyurmuştu, sofradn
kalktı, babasının sırtına dokudu. Annesinin yanağını öptü, kömürlük dedi kız
kardeşine bakıp göz kırıptı, aylaya el salladı ve yuarı kata, odasına çıktı
döner merdivenden.
Az sonra Nur ayla ile odasına çıktı.
Ayla dertliydi, babasıyla annesi boşanma aşamasındaydı
ve kavgaları bir türlü bitmiyordu, babası evi terk etmişti, ara ara uğruyor,
kızıyla görüşüyordu annesi babasıyla görüşmesini istemiyordu, görüşürse hiçbir
ihtiyacını karşılamamakla tehdit ediyordu. Ağlayıp anlatıyordu.
Bu gece sizde kalabilir miyim?
Elbette.
Hakanı polis yakalayıp içeri attı, küçük bir kıza esrar
vermiş, kız odasında esrarı içerken annesi yakalamış. Sonra hakanı söylemişler
polise, hakanın odasında bir kilo eroin bulmuş polis. ailesi perişan. İçeri
attılar Hakan’ı. Kız kardeşi perişan.
İdris sigara yakmış, karısı iste masayı topluyordu.
Şu motora garaj yapmak lazım.
Taner kendi yapsın. Malzemeleri getir. Projeyi anlat.
İyi fikir. Kulübe ypmasını öğrensin. Bu çocuk bu motoru
iyi ki almış, kaskafa bunu nasıl başardı, hayret ettim. Dün patak tamiri tamir
ettiğini gördüm. Canla başla çalışıyorudu. Biz bunu okutmayalım da sanayide oto
tamircisine versek çok iyi ederiz.
Kadın güldü.
İlerde usta olur, sonra tamirhane açar filan. O
salakarkadaşlarından da uzak kalır.
Kadın olabilir dedi. Ona motoru aldığını nereyse itiraf edecekti.
Mptprun hikayesini…nerdeyse anlatacaktı.
Eşref her akşam eve beli bir saatte gelirdi, akşam
sekiz, şaşmazdı bu hiç, bu akşam da eve geldiğinde evden bir müzik sesi duyunca
şaşırdı, karısının sesini uydu, karısı şarkı söylüyordu, asla söylemezdi, eşrek
fena şaşırdı, bir aydır işsizdi, inşaat malzemeleri satttığı dükkanı iflas
etmişti. İş arıyordu, ara sıra boya işi çıkardı, uzun süredir bu işten de haber
çıkmışyırodu.
Eve girdi, salona geçt. Gözlrine inanamazdı, kadın yer
sofrasını kurmuş rakı çiyordu. Tv açıktı, bir müzik programıydı.
Hanım sen çıldırdın mı
Neden
Sen nasıl rakı içersin, kafayı mı üşüttün,
Gayet iyiyim.
Ya mahalle kadısınız, sıradan bir köylü kadınsın. Senin
gibilr asla içmz. Senin gibielr evine çocuklarına bakmak için ömrünü harcaz
saçıını süpürge eder. Canıyla dişiyle hareket eder sürekl pes etme. Rakı içip
şarkı söylemez ki.
Berdu olmaya karar verdim.
Sen emektarsın, bir tür katırsın benim gibi.
Ben prensesim.
Eşref gülüyordu. Birden ciddileşti, çok uzattın, kes
şunu, bunu görmedim sayıyorum, at şu rakıyı çöpe.
Kadın yan tarafta kasada duran soğanın birini alıp
fırlattı. Gözüm gitti anam dedi idris. Bir eiyel gözünü tuttu.
Belasını siktiğim kör ettin beni…
Kadın iikinci soğanı attı. Bu sohan da diğer göze hitap
etti. Adam diğer gözünü de tuttu.
Seni öldüreceğim karı.
Kadın uzun ve iri yarıydı. Eşref ise kısa boylu bir
adamdı. Ufak tefek.
Yanıma gel dedi kadın. Adam duvara sırtını dayanmöış
gözleini ovuşturuyordu, bulanık görüyordu.
Yanıma geli dedi kadın, elinde satır vardı.
Beni kesecek misin
Gelmezsen evet.
Adam bulanık görüyordu ama sürünerek geldi.
Kadın soranın kenarındanki kağıdı gösterdi.
Bankadan kredi çekmişsin.
Rakamı adam okuyamadı. Kadın söyledi.
Eve icra gelecek.
Kredi mredi çekmedim ki.
Ayakkabıcık işi yapıyordu, çalışasına dükkanı dv
retmişti, bir şey hatırladı. İki kez imza atmıştı. Süleyman!
Sülsymen bir imza attırmıştı
Ben sana söylemiştim ona güvenme diye, biri imza istrse
bana sor diye.
Ya çok güvendiim biriydi.
Dükkanı benim üstüme yap demiştim nişanlıyken,
yapmadın. Dükkan gitti. Şimdi arazler de gidecek.
Kadın cep telefonuu .çıardı, kısa bir süre sonra avukat
geldi.
Avukat kağıtlar çıkardı.
İuraya imza atacaksınız.
Ne bu
İmza at dedi kadın
Ne bu
Satırı gösterdi kadın.
Araziler benim üstüme olacak. Boşanma anlaşması bu.
Anlaşmalı boşanıoruz.
Köydeki arazler köy evi, çiftlik vs. epey değerliydi.
Eşref imza attı.
Kadının emeği çoktu bu arazilerin alınmasında. Salça
çekme makinesi almışlar, domates ekip salça yapıp satmışlardı, komşulara salça
çekmişlerdi, tarhane yapıp satmışlardı, kavak ağazının gölgesinde yaz günleri
gece yarılarına kadar is duman içinde. O tarlaları satın almışlardı. Kavak
ağaının ytparakları şıngır mngır sallanırdı esintide, akşamlar geçer güzeldi ve
semaverde çsay yaparlardı, ve sığır bakıp büyütüp satarlardı, o paralarla
şehirde bir dükkan satın almışlardı.
Eşyalarını toğla
dfeol git bu evden.
Eşref bir çuvala
bazı eşyalarını koyup o akşam evi terk
etti. Üç çocuğu vardı. Hiçbiri babalarıyla vedalaşmadı. Seyrettiler düşman gibi
onu.
İdris şehri terk
eti otobüsle. Askerliğini yaptığı sehre geldi. Parkta bankta yattı çuvalı yoktu
uyandığında. Son prasıyla iki simit aldı bir şişe su.
Sonra ormanlık
alana gitti. Kendini asacaktı.
Cesaret
bulamıyordu, acıkmıştı ve kayışını çıkaracağı anda, tam kendini asacağı
anda..yaktığı ateşin içinden bir yılan belirdi.
Yılan söyle
dedi: allah bana çok şey verdi. Bu bir insan sesi gibiydi ve yılan kayboldu,
eşref düşünmeye başladı, intihar düşüncesinden caymıştı, yemek yiyecek bir
şeyler bumak için ilerledi, o gün kurlmuş paar yerine geldi, yereki artıklara
baktı, domate, topladı ,bber, poşette peynir, çuvala doldurup yerine geldi.
Pazar yerinde
takılırken pazarcılarla arkadaş oldu ve bir pazarcının yanında çalışmaya
başladı, 41 yaşındaydı. Ve kırmzı ikinci el motosikleti satın aldı ve satacağı
malları bu motorla aldı halden ya da köylülerden. Giderek işi bülttü,
Bu motorda
insanı doğru yla çeken bir enerji var dedi abla, eşref dayı, deli saçması
diyebilirsiniz, ben diyorum ama adam tirlyonların ilk parasını bu motorda elde
etmiş. Öyle anlattı. Küçük paralarla başlar hikaye derdi, buna inanırım ma,
birkaç kasa mal…şftali limon, balık mesela…onları bu motorla taşmış pazara. O
saf gayret enerji, o ışık…varmış bu motorda…eşyların tılsmı vardır derdi ama
azim en önemlisi…zor zamanlarda da direniş, morali korumak…
orası çok doğru,
eşyaların sihrine inanmam. Şöyle düşündü, bizim çocuktan bir bok olacağı yok,
ya uyuşturucu bağımlısı olur, ya kendini öldürür, ya hırsız olur,
ama bunun bir
sihrinin olduğunu söyledi dayı, asla yalan söylemez. Enerji olayları, güzel
enerji.
Bir deneyelim o
zaman. Enerji olayına inanırım.
Ya hanım efendi,
insanlarımız berbat dizilere inanıyor bunlara kim inanıyor hayret, bizim
dayının hikayesi bence inanılmayacak türden değil. Ben de gerçekçiyim,
eşyaların sihri olayı bana saçma gelir, ama dayı anlattı, ben de açık açık
söyledim, dediğim gibi, denemekte yarar var. Güldü.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
O gece İdris yatmadan çalışma odasında masa
lambası aydınlığında bilgisayarında birkaç iş
hallederken gelen e postalara baktı. Bunlardan biri hemen dikkatini çekti.
Şaşırmıştı. Yıllardır görüşmediği
annesinden gelen mesajı defalarda okudu, iç titremişti.
“Hastalandım, pek fazla vaktim kalmadı, buraya gelsen
iyi olur, tabi keyfin bilir, şu var ki aileni çok merak ediyorum.
Ne olursa olsun gelmelisin, senin ailen benim ailem.
Geçmişte olan iletişimsizlikleri bir kenara bırakmalısın.
Seni her zaman sevdim.”
O taş kalpli bildiği annesi bu cümleleri nasıl yazmıştı.
Gözlerine inanamamıştı.
Bu kısa e posta onu sevindirmişti. İçi fena alev
almıştı.
İdris, annesiyle ilgili çözümleyemediği (ya da içinde
karanlık bir taraf fırlatıp attığı, görmezden geldiği) şeyleri ve duyguları
yeniden hissetti. Sarsılmıştı. Ağzı kurumuş,
Viski içmeye başladı. Sigara içiyordu. Birini bitirip
ötekini yakıyordu. Bahçeye çıktı. Uzun yıllardır düşünmediği şeyler, acı-tatlı
her şeyi düşünüyordu. Üstüne adeta beton döküp unuttuğu şeyleri.
Ertesi akşam yola çıkmaya karar verdi. Aslında hemen
yolculuğa çıkmak isterdi. Bir an önce annesini görmek için heyecan duydu. Ama
dinlenmeliydi, yarın güzelce uyuyup belki öğleyin yola çıkardı.
Epey içti İdris, annesiyle ilgili anıları, en güzel
anıları kafasında dönmeye başladı. Çocukluk anıları, annesiyle kurduğu ilk
sağlam bağlar. Kötü anılar da geliyordu ama onları görmezden geliyor, onu mutlu
edenlere yöneliyordu.
Ertesi gün geç uyandı, öğle vaktiydi, eşi şaşkındı,
eşine annesinden söz etti, sonra iş yerini arayıp hasta olduğunu anlattı. Sonra
iş yerine gidip birkaç görüşmeyi gerçekleştirdi.
Akşam yaklaşırken aile yolculuk için bavullarını
hazırlıyordu. Evin annesi Nimet çok heyecanlıydı; çünkü kocasının ailesi
hakkında hiçbir şey bilmiyordu, sorduğu sorular hep yanıtsız kalmıştı,
kocasının ana parçasını keşfedecek olmak, merak ettiği sorulara yanıt
bulacaktı.
İdris bahçede sigara içip geceyi, gökyüzündeki ayı
izlerken içerden onların hazırlık seslerini duyuyordu. Bu sırada bir motor sesi
duyuldu, sonra Ayla göründü.
Sempatik tavırla yaklaştı ve: “Nasılsın İdris amca? Çok
düşünceli gördüm seni?” idris bu kızı ne zaman görse canlı ve enerjikti,
neşeliydi, morali bozuk oldu zamanlarda bu kıza denk gelmiş, genç kız hal hatır
sorup düşünceli sorular sormuştu, yaşı ufak kızın düşünceli yaklaşımı çok
hoşuna gitmişti. Nezaketli ve saygılı konuşurdu. Annene babana selam söyle
derdi idris.
Baş üstüne efendim derdi ayla. Hoppa zıppa ve lakayt
zengin kızları gibi değildi.
Bu kız idris’e Anadolu’da yetiştiği bölgedeki sağlam ve
kişilikli kızları anımsatırdı. Ayla. İdris’e çok saygılıydı. Çünkü bu adam en
sevdiği ve tek dostunun babasıydı. Eğer adam ondan haz etmese. Bir yanlışını
yakarsa kızıyla görüşmeyi yasak edebilirdi. Ayla zıpır yönünü gizlerdi. Bir
keresinde şöyle demişti; fakir insanların mücadelesi ilgimi çeker, pes etmeyen
insanlar….” İdris de çok sıkıntı çekmişti yükselmek için. O gün bu kızda iş var
diye düşünmüştü.
Ayla sık sık şaka yapardı, kendini sevdirmek için-, ve
İdris’i alıp götürürdü. Ayla kalbinde ve kafasının merkezinde aydan bir ateş
varmış gibi enerjik olurdu, İdrisin aklından geçeni ayla biliyordu, idris onu
akıl süzgecinden geçirirken dehşet titiz bir inceleme yapardı
Bu kız kızmın dost olacağı kadar değerli mi, bir
yanlışını araştırırsam bulabilir miyim. Bu kız kızımı yoldan çıkarır mı, ayla
onun dikkatli ve titiz bakışlarından inceleme masasına yatırıldığını çar çabuk
anlamıştı, sezgili ve uyanık bir kızdı, karşısındakinin yüzünü takip eder, ona
göre hikayeler kurardı, çok temkinliydi, bu adamın gözünün kalbine girmekten
başka çıkar yolu yoktu.
İdris ve bu samimiyetten istifade ederek sorardı; benim
kız uyuşturucu alıyor mu?
Asla
Takip et, yakalarsan bana bildir; seni asla söylemem;
dikkat edin.
O iş bende dedi Ayla gülerek gitti, İdris de güldü bu
lafa kızımın iyi ki de böyle bir dostu var diye düşündü. Sonra düşüncelere
daldı, annesiyle ne olacak, kucaklaşacak mıydı, kavga mı edecekti ya da iki
kalas gibi yan yana oturup berbat mı hissedecekti, bu çok yaşanmıştı, bir
şeyleri konuşarak halletmeye çalışırken sesler yükselir, birbirlerine
öfkelerini kusarlar ve hemen ardından susarlar, kafalarının içinden birbiriyle
konuşurlardı, birbirlerine söyleyemediklerini söylerlerdi birbirlerine. Ve
İdris oradan uzaklaşırdı, oysa anne oğlunun ona sokulup sarılmasını beklerdi,
boş ver anne, birbirimizi üzmeyelim türünden şeyler, İdris haksızlığa
uğradığını, annesinin onu anlamak istemediğini düşünürdü, her neyse, şimdi
aradan yıllar geçmişti, İdris büyümüştü, çok değişmişti, olgunlaşmıştı.
Geçmişti yaptıkları, tavırları, tepkileri, annesine söyledikleri gözüne çok
saçma ve salakça geliyordu. Ama kayıp yıllar, bu çok yürek parçalayıcıydı, can
yakıcıydı, ağladı, yıllardır ilk kez, onlarca sene, keşke böyle olmasaydı diye
düşündü, bir şekilde annesiyle arasında düşmanlık yeşermiş ve arlarındaki
kutsal bağı yok etmişti. Ağladı, yıllardır içinde birikmiş karanlık Kirli ve
zehirli kan akıp boşalıp yol olup gitmişti sanki bedeninden, ruhunda bir açılma
olmuştu
Belki de yine bir tartışma başlayacaktı aralarında, her
neyse, ama bu kez basıp gitmezdi, basıp gitmeler çağı gençlik çağında kalmıştı.
Olgunlaşmıştı, alttan almayı, özür dilemeyi, canlı kanlı duygularıyla hareket
etmemeyi, öfkeyle kararlar vermemeyi, yumuşak yürekliliği öğrenmişti. Annesini
görmeyi her şeyden çok arzuluyordu deliler gibi.
Gerçeği yaşama vakti geldi, onun arkasında
düşündükleri, hissettikleri her neyse, artık gerçeği yaşama vakti geldi. Diye
düşünüyordu. Hayatının görkemli aydınlığını bulacaktı, hayatının saklı
karanlığı aniden benzersiz bir güneşe dönüşecekti) yaşayacaktı sonunda, onda
kanser olan şeyi çözümleyince, kesinlikle çok iyi olacaktı, çocukları ve karısı
için de.
Nur babasının yanına.
Baba ayla da bizimle gelse
İdris sinirlendi ama gülümsedi.
Bu ailevi bir mesele
Ama baba o benim dostum gidecek yeri yok
Nasıl yok.
Of ağlıyor içerde.
Neden
Nur koşarak içeri gitti.
İdris de az sonra sakinleşir susar diye düşünerek
bahçede yeni bir sigara yakıp ilerledi, evin arkasına geçti, bu sırada ayla
koşarak geçti
İdrisi fark etmedi, salıncağa oturdu.
Birini aradı, sonra telefonu hoparlöre aldı.
Anne sen ciddi misin dediklerinde
Evet ciddiyin, o lanet babanla görüşmeyeceksin, o bok
torbası şerefsizin bana neler ettiğini görmüyor musun, onu boşayacağım, benim
tarafımda olacaksın, beni taciz etti diyeceksin. Para alabilmek için
atıvereceksin bazı yalanlar. Bunu annen için yapabilirsin tatlım.
Ama ben yalan söyleyemem ki, anne delirdin mi.
Bana yalancı mı diyorsun
Hayır ama o babam.
O zaman beni unut.
Ama anne seni seviyorum.
Beni seviyorsan dediklerimi düşün. Yanımda ol. Yanımda
olursan çok para alırım. Gül gibi yaşarız, bir dediğini iki etmem.
Sana gelsem anne iyi hissetmiyorum. Dışardayım. Kalacak
yerim yok.
Halana gitmedin mi?
Gittim de kavga ettik terk ettim orayı.
Oraya dön
Dönemem.
Aptal! Halana gitme demiştim zaten. Arkadaşlarının
birinde takılırsın. İlaç aldım uyumam lazım sarhoş gibiyim senle uğraşamam
şimdi. Yat uyu bir yerde. Bana git.
Çat kapadı telefonu.
Ayla bir süre düşündü. Ağladı ve sustu.
Ayla telefon rehberinde gezinirken kimi arasam diye
düşündü, babasını arayacaktı. Ama daha bugün görüşmüştü ama onunla konuşmaya
ihtiyacı vardı.
Kırmızı ojeli tırnaklarıyla eline aldı cep telini.
Baba yanına gelebilir miyim, sana ihtiyacım var.
Ah prensesim…bu ara işlerim çok. Ayrıca kafam karışık.
Annen çıldırmış. Bir şeyler zırvalıyor. Mahkeme filan diyor. Kız benim
tarafımda diyor. Sen bugün böyle bir şey demedin bana. Annenin seni manipüle
ediyor; farkında mısın,
Farkındayım. Baba seni seviyorum.
Tamam da şerefsiz annenin tarafında mı olacaksın, bu iş
mahkemeye varacak. Benden para koparmak peşinde. Gel benle yaşa. Benim
tarafımda ol. Bütün oyunlarını mahkemede anlat.
Beni bu işe katma. o benim annem.
Gelip benle yaşamalısın, o deli karı sana iyi bir
gelecek sunamaz.
Arkadaşı çevremi bırakamam.
Peki kızım. Sen nasıl istersen.
Sana gelsem birkaç gün kalsam.
Çok mühim işlerim var müsait değilim. Baba telefonu
kapatıyordu.
Bir kadın sesi duyuldu, şöyle diyordu: seni bekliyorum
hayatım.
Bana kim o demedi, sevgilisi olmalıydı. Malum
sevgilisi.
Ayla, bu kez başka birini aradı.
Kağan sen misin?
Evet tatlım neden aradın.
Ya berbat durumdayım, size gelebilir miyim?
Üzgünüm ama sevgilim yanımda. Onunla vakit geçirmem
lazım.
Ayla başka birini aradı.
Çağla selam…sana gelebilir miyim.
Eski üç arkadaşımla gezip içeceğiz. Hatırlarsan en son
sen de vardın ve kusmuş ağlamış intihara kalkışmıştın ailevi sorunlardan,
nerdeyse biz de mahvoluyorduk. Senin tutmasak balkondan atlamıştın. Şundan
korkuyorum. gelin bakalım kızılar, aylayı kim öldürdü anlatın, diyor polis.
Mesela yani. Böyle bir şey yaşamak istemem.
Anlıyorum.
Üzgünüm başka zaman.
Ayla, ağlamaya başladı.
Kimsenin çeşitli sebeplerle istemediği ya da çıkarların
için kullanmak istediği genç kıza acımıştı idris.
Ayla içeri gitti. Kısa süre sonra bir gölge gördü
idris, ağaçlar arasında birisi. Peşinden nur göründü, ayla diye sesleniyordu,
neler oluyor dedi idris. Nur geldi, ayla ağlıyor, onu kimse istemiyormuş filan.
Kalacak yeri yokmuş, halası varmış. Onla da kavga etmiş. Berbat durumda
psikolojisi bitik. Bizle gelsin bana, senle konuşacağımı söyledim. Onu yalnız
bırakamam baba. Benim tek dostum. Ailesi. Boşandığı için çok üzgün. Babası
sekreteriyle ilişki yaşıyormuş.
İdris düşünmeye başladı, o da aile sorunları yaşamıştı.
Fazla düşünmedi, bu genç kıza kol kanat açmak için.
Tamam bizle gelsin. Ama babasıyla görüşüp konuşmam
lazım.
Nur sevinç çığlığı attı. Babasına sarılıp onu
yanaklarından öptü. Koşarak aylayı aramaya başladı.
Ayla neredesin. Babam bizle gelmeni kabul etti. Aşkım
ortaya çıktı.
Ses yanıt gelmedi.
Ayla ona arkadan yanaştı.
Aşkım mı, bir daha söylesene
Neyin var
Çok aptalca…aşkım lafı. Sen bana aşkım demezdin ki.
Nur sırıttı
Ayla kollarını açarak ona koştu, birbirlerine
sarıldılar.
İdris aylanın babasıyla kısa bir görüşme yaptı, her şey
ayarlanımştı, yola çıktılar, yol üstünde aylanın halasına uüradılar, yaşı bir
kadındı. İdris onunla sohbet etmeden önce şöyle düşünd bu yaşlı kadın genç
kızın enerjisiyle bağlantı kurmayı bilmiyor diye düşündü, asık suratlı bir
kadındı, idris korktu, ama kadın konuşmaya
başlayınca durmun hiç de öyle olmadığını anlad, ayla televizyonuın sesini
açmıştı. Basit bir tartışma olmuı, basıp çıkıp gitmişti. Yaşlı ama bakımlı ve
diri kadın ağlıyordu, çok üzgünüm bağırdım ona. Ayla gitmeden idris işaret
edince ötede kırgın bicinde duran halaına yöneldi. Özür diledi, ona sarıldı.
Ayla araaca binmişti, idris halayla konuşuyordu, hala epey derliydi, kocası
ölmüş, evlatları faydasız ve hain çıkmıştı, kadının parasını yemek
derdindeydiler, sürekli çeşitli bahanelerle para istiyorlardı ve kadın onları
def etmişti, yaşlı kadın paralarıyla ve yalnızlığıyla, bahçeli dublex evinde
kedi ve köpekleriyle yaşıyordu, aylayı çok seviyordum. Bazen bir yeğen başka
türlü sevilir benim gibi yalnızsan…gitmese iyiydi ama gitse gözü gönlü açılır.
İyi bakın ona. Arasın.
Bal gibi tatlı bir kadındı bu.
Araç hareket ederken nur mutluydu, bu kız sadece
arkadaşı değildi aileden biri gibi gördüğü..her şeyiydi, ondan ayrı kalmayacak
olması muhteşemdi. Birlikte halaya el sallıyorlardı aralık camdan.
Göz, yaşlı kadın genç
kızlığında kesitler hatırlayarak el sallayarak ve ağlayarak yanıtlıyordu
onları.
İdris, geçmiş yılarca akıl almaz
zorluklar çekmişti, arkasında aile desteği olmadı mı çok zorlanırsın hayatta ve
onlar destek vermediği için büyük bir nefret gelişmişti içinde, sonra bunu
unutmuştu, destek gelmeyince kurt gibi geliştirmişti kendini, alışmış
kudurmuştan beterdir derdi annesi, paraya, rahata çok alışmıştı.
Yeni evliydi, oğlu olmuştu,
oğluna bez alacak parası yoktu, karısının sütü kesilmişti, yiyecek ekmek
bulmakta güçlü çekiyorlardı, komşular yardım ederdi arada, kirayı ödemek hep
zordu, mağara gibi bir bodrum katta
yaşıyorlardı, rutubetli evde. Üniversiteden tanıştığı ve çok iyi dost olduğu
karısıyla kendi aralarında evlilik kararı alıp evlenmişti. O eski alev gibi zor
günler dönüyordu beyninde.
“Eskindendi” dedi idris çocuklar
ekmeklere hangi fırında üretildiğine dair bir pul
yapıştırırlardı. O pul orada yapışıp kalırdı. İnsanlar pulu çıkartmak isterken
ekmeğin o kısmını koparıp çöpe atardı. Böylece binlerce ton ekmek çöpe giderdi.
Bir pul yüzünden. Sonra pul uygulaması kalktı.”
Bu çocukların umurunda olmadı tabi.
Birbirleriyle konuşup Cep telefonuyla ilgileniyorlar,
bir şeyler konuşuıyorlardı harıl harıl.
Karanlık yolda bir kaplumbağa göründü, İdris aracı
kenara çekti, canlıyı yok kenarına koydu araca geçti, dedi ki:
“Yaşamak zor çocuklar. İlerde bu günleri çok ararsınız.
Tadını çıkarın. İş derdi, evlilik derdi, çocuk derdi, det bitmez. Ben pes
etmedim. Ya kendi kurtuluşunuzu yazarsınız ya da cehenneminizi. Her şey size
bağlı. Zor durumlardaki tutumunuza. kurtuluşa ulaşmak için ne olursa olsun pes
etmemek lazımdır. Bu kaplumbağa
bu kararlılığı gösteriyor. Gündüz sıcakta da yemek
arayacak su arayacak. Nerde gayretli bir canlı görürsem göreyim hayran olmadan
edemem. İyi ya da kötü durumda birçok canlı pes etmez, daha gayretkeş hâle
gelir. Siz de gayretkeş olmalısınız. Tabi şimdi bir kulağınızdan girer
ötekinden çıkar. Ama bir gün acı gerçeklerle baş başa kalacaksınız. Benden
demesi.
Nur ve taner dalga geçercesine bir şeyler dediler.
Güldüler.
Gülün siz gülün dedi idris.
Zaman geçiyordu ve gençlerin neşesi kaybolmuş, araç
içine sessizlik hakim olmuştu, gözler uykuyla mahmurlaşıyordu, arada alçak
sesle biri bir şey diyordu.
İdris dedi ki: Çocuklar. Nedir biliyor musunuz gerçek?
Dün işçilerimden biri söyledi, ben ona neden bu kadar çalışıyorsun, iş saati
bittiği halde hep geç çıkıyorsun. Bana şöyle dedi: Varlıktaki her zerreyi kendine verilmiş bir emanet olarak gören kişi,
o emanetin hakkını vermek için çalışmak zorundadır, iş bitmeden çıkmak olmaz.
başka yerlerde inanılmaz ezildim. Burada iyi bir maaşım, yemeğim ve yolum
karşılanıyor, işime aşık olmayayım da ne yapayım? Adama mesai fazla ücret
veriyorum. Yetmedi. Onu bölümünde sorumlu yaptım. Onu çalışırken görürken
acayip seviniyorum, hizmetçisi olasım geliyor, işi yüreği ve ruhuyla yapıyor
çünkü.”
Kimse bir şey demedi. Karısı nimet bir şeyler dedi.
Gençler beni takmıyorsunuz galiba.
Fikrinizi, yorumunuzu söyleyin, aksi halde hepinizi
dışarı atarım,
Aracı yok kenarına çekti.
Taner şöyle dedi: Adam güzel demiş.
Çok erdemli. Muazzam felsefe.
Nur: böyle derin adamlar tükendi sanıyordum.
Ayla: büyük adammış. Böyle bir adam az bulunur.
İdris: Taner gerçek düşüncen, yani bana yalakalık
yapmadan söyle: Kafadan çatlak dedi taner, eve gidip karısıyla vakit geçirse
ya.
Nur sen söyle: akıl noksanlığı var galiba.
Ayla sen söyle: evde çekilmez bir karısı olmalı.
İdris güldü.
Dağın eteğinden kıvrılarak giden yol uçurumlarla
doluydu ve ıssızdı. Tek şeritli yolda karşıdan gelen tek tük araç çıkıyordu.
İdris, yol kenarında paslanıp hurdaya dönmüş araçlar gördü. İçini büyük bir
korku kaplıyordu. Fazla yavaş gidiyordu bu yüzden.
Her tarafı renkli boyalarla boyanmış, üstünde hippi
şekilleri karikatürler olan serseri minibüs arkadan deli deli geliyordu.
İdris ağır giden kamyonu sollayacaktı, cesaret edemedi.
Serserice ilerleyen minibüs İdris’in aracını sollayarak geçiyordu. Şoför, el
hareketi yaptı, dalga geçercesine. İçerisi genç adam doluydu, kendi aralarında
konuşup gülüyorlardı. İçlerinden birinin kulağında küpesi vardı ve saçları punk
modeldi. Gençler camlara doluşmuş, kimi kafasını çıkarmıştı.
“Dayı korkma, kaplumbağa gibi sürmene gerek yok. Teneke
sürmüyorsun.” dedi biri. Kahkahalar koptu.
İdris takmadı onları, gülümsedi.
“Az toslayalım şuna.” dedi öteki.
“Yapmayın çocuklar! Bu işin şakası olmaz” dedi İdris.
“Rahat bırak adamı” dedi gençlerden biri.
Tam geçip gidiyorlardı, içlerinden biri elindeki bira
kutusunu fırlattı. Kutu aracın ön tarafına çarpıp yere düştü. İdris, aracı
kenara çekti. Islak bezle sildi o kısmı.
Çok sakindi. Küfür etmiyordu mesela. Ve yola devam
etti. Karısı buna şaşırdı.
Yarım saat kadar sonra. Yol kenarındaydı o malum minibüs,
lastiği patlamıştı.
El ediyordu biri yardım istemek için.
İdris yavaşladı: yardım etmek isterdim ama
yapabileceğim bir şey yok.
Şey dayı kusura bakma.
Öteki bağırdı: yaşlı götten neden yardım istiyorsun ki.
İdris gazlıyordu.
Gençlerden biri şortunu indirip kıçını gösterdi.
Öteki küfür işareti yaptı eliyle.
Taner aynı şekilde yanıtlayınca genlerden üçü koşarak
gelirklen idris hızlandı.
İdris o elini diye bağırdı idris.
Size koaly gelsin çocuklar. Dedi.
Gençler küfür ettti bağırarak.
Bu anı sonsuza dek hatırlarlar artık dedi Taner.
İdris gülüyordu, iyi dedin.
Uzun bir süre geçti.
Zifiri karanlıktı. Nurun tuvaleti gelnişri.
İdris aracı kenara çekti.
Git şurada yap gel
Yabani hayvan varsa.
Bir şey yapmaz. Ben bakıyorum.
İdris, kızının karnındaki kelebek dövmesini fark
etmişti
Neden yaptırdın onu?
Ya baba, of!”
Neye yarıyor.
Anlamazsın baba.
Diğerleri de dışarı çıktı, oturmaktan uyuşup
mahvolmuşlardı.
Karanlıktaydı taner, esrar içiyordu
Taner nereye kayboldun.
İşimi görüp geleceğim baba.
Fazla uzaklaşma. Kurt ayı olabilr. Malı götürür.
Taner esrarı yere atıp ayakkabısıyla ezip hemen geldi.
Nur buralarda kurt ya da ayı varü koş gel canını kurtar
Nur takmadı ama taner çalılardan ona yaklaştı
kurt gibi sesler çıkardı.
İdris, yaklaşan s oüluna baktı.
Şaklabanlığın sırası değil.
Nur sıçmıştı. Panikle kalkarken boka basmış, cep telenu
da bokun içine düşmüştü. Çığlık atıt
Ne oldu kızım.
Bok oldu.
Az sonra nur ağır adımlarla geldi.
Senin ağzına…abi sen bokun tekisin.
Ne oldu kız…şaka yaptım.
Anne ıslak mendil ver bana.
Ne oldu, altına mı yaptın. Dedi gülerek.
Boka düştüm. ,panrolonumu tişörtümü değiştirmem lazım.
Kızım demiştim, ihritaç giderin, yolda tesis yok
demiştim.
Tuvaletin zamanı olmaz dedi nimet. Gelirse gelir.
İdris bagajı açtı. Nimet kızının sırt çantasını
açıyordu.
İdris düşüncelere daldık kızına bakarak, şöyle bir söz
okumuştu: “Babalar oğullarıyla çok vakit geçirebilir; ama kızlarına âşıktır.
Orası hiç öyle değildi. Aslında taneri pataklamak
isterdi, taner gel bakayım, kız kardeşine yardımcı ol.
Kızına yanaştı, boku işaret etti, sonra yüzünü, abin
geliyor, korkma, ben vardım.
Taner geldi.
Kız kardeşinin üstünü temizlemesine yardım et.
Islak mendil aldı. Bu sırada nur boklu ıslak mendili
abisini yüzüe sürdü.
Taner ıyyy diyerek geri çekild,, yere düştü.
Araca bindiler. İdris yola koyuldu. Anemin evinde de
böyle garip şeyler yaparsanız çocuklar mahvederim sizi bilesiniz. Her neyse.
zamanla neyin ne olduğunu öğrenirsiniz. Umarım. Ben iflas ettim defalarca,
hiçbir şeyim kalmadı, bir şekilde kendi ayaklarımın üstünde durmayı başardım.
Siz de başarırsınız herhalde.
sabahın köründe kalkmayı öğrendim. Dağınık bir hurdalık
yeri gibi öğlene kadar uyumayı bıraktım. Uyumak çok şey kaybettirir insana
derdi babam, insanın geçim kaynakları melekler vasıtasıyla sabahın erkek
vaktinde dağıtılırmış. Gideceğimiz yerde insanlara uyun. Şımarık ve aşırı
davranışlar görmek istemiyorum sizde. Orada zihninizle sizin bir fotoğrafınızı
çekecekler hemen, sizi görür görmez, sizi kalplerinde, zihinlerinde güzel bir
yere koyacaklar. Resminizi çakacaklar içlerindeki duvara.
İlk birkaç gün ve sonrası çok önemli. Benim düzgün,
aklı başında evlatlar yetiştirdiğimi görmelerini istiyorum, yanlış bir şey
yaparsınız, beni utandırmayın, beni sizi savunmak zorunda bırakmayın, size bir
şey derler, zoruma gider, bu yüzden olumsuz hiçbir şey duymak istemiyorum sizle
ilgili. Ayağı yere basan sağlam genç portesi çizeceksiniz. Delilik yok, uçuk
kaçık hareketler yok. Sorumsuzluk yok. Üstünüze gelseler bile alttan
alacaksınız. Saygısızlık yok. Sizden bunu istiyorum. Onları mutlu edeceksiniz.
Onlar sizi zaten mutlu edecektir. Aksi halde sizin için çok kötü olur, eve
dönünce hesabını sorarım sizden. Aykırı ve uçuk hiçbir söz ve hareket
görmeyeceğim sizden. Aile olarak bir büyük uyanış yaşayacağız. Böyle olacağına
inanıyorum. Size ne yaparlarsa derslerse dersinler onları kırmak yok. Onlar
size orasını, yani kalplerini verirse siz özünüzü vereceksiniz.
İdris, bir keresinde kızının okuduğu kitapları merak
edip odasına tilki gibi araştırmaya girişmişti, kitaplardan birini alıp
rastgele açmıştı, öyle cümleler görmüştü ki, utanmıştı, bir adamın cinselliğine
dair deneyimleri ..
İdris, mutfakta yemek yapan karısının yanına
fırlamıştı.
Bizim kızın okuduğu kitaba bak, şöyle diyor. Deyip
okumuş,
Karısı çoktan okumuştu o kitabı. Karısı gülmüştü, çağ
dışı kalmış gibisin. O kitabı ben önermiştim ona. Yılar önce okumuştum.
İdrisin yüzündeki ifade bütün enerjisini bir anda
kaybetti, bir ktaba bir karısına baktı, demek öyle dedi, yeryüzündeki en geri
zekalı adammış gibi hissetmişti kendini. “Dünyayı durdurun, dönmesin,
kaçırdığım çok şey var, hepsini anlamak istiyorum” demişti ona, eğlenceli
biçimde.
Müzik aç baba diyordu çoduklar, idris açtı, radyoada
eski bir rock şarkıl. Camlar açık. Geçler bağırıyor. İdris sigara yaktı,
öksürük tuttu, balgam geldi. Camdan tükürdü.
Bu sırada ağzı açık ve bağıra bağıra şarkılar
söylküyordu taner, ben çok mutluyum dedi, o da neydi dedi, ağzının kenarınav
ıslak bir şey yapıştı. Eliyle silerken bu da neydi diye düşündü.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Gün doğalı saatler olmuştu. Sıcak kara asfaltı yer yer
eritiyordu, idris yorgundu, kırsalda ilerliyordu araç, yol kenarında şöyle
birkaç saat uyuyabileceği bir yer, çayırlık bir alan bakarken ormanın
kenarındaki oteli fark etti. İki katlı ahşap bir otelde burası.
Yolcular dışarı döküldü. Akşam yola çıkmaya karar
vermişlerdi.
Akşam alıyordu. İdris kalmayacak kadar yorgun ve uykulu
hissediyordu.
Makarna, kıymalı patates yemeği ve cacık yiyiyip
yattılar.
Yaşlı karı kocanın üniversite bitirmiş torun genç kızı
işletiyordu burayu. Hayvancılık işine girmiş ama batacağını anlatınca daha çok
zaarar etmememk için hayvanlartı satıp burayı inşaa etmiş tanıdıklarının
yardımıyla. Tarım işine girmiş o da iyi gitmemiş. Yanlış ürün ekmiş. Susuz
yetişebilen kekik yetiştirecekmiş. Ama bunun zahmeti fazlaymış. Otel işi daha
iyi görünmüş gözüne.
Eski tahtalardan. Eski köy evi tahtalarından yaptırmış
oteli. Kendi de çalışmış. Pembe boyalı basit bir oteldi burası, eski köy
evlerini amfdırıyordu. Çok ufak odalar.
Eski vesternfilmlerindeki evler gibiyhdi. Tarla
işçilerinin konakladığı bir dizi halinde barakalar gib, verandası olan.
Şirin bir oteldi burası. Beş alatta, beş uykarda oda
var.
Akşam oluyordu.
Yaşlı anne ve otel sahibi kız yemekleri hazır etmişti.
Biber dolması, salata, tavuk kızartması, patates salatası, cacık, yoğurt..
biber, patlıcan ve patates kızartması, pilav, yeşil fasulye, gençler neyi sever
ona göre yemek hazırlamıştı.
Nur yemekten sonra bahçeye çıkarken ayla uyumak için
odaya geçti. Gündüz uyumamış, otel
sahbiyle sohbet etmişti.
Nur bahçede geziyordu. Otelin arkasına geçti. Orada
ışıklandırma yapılmıştıu ve çiçekli yolda ilerliyordu, ışıklandırma da yoksul
köylerde yapılan ışıklandırma gibihydi. Öyle parıltılşı süslü bir dünya yoktu
burada. Her şeyh sadeydi. Yolun sonunda bir gölet vardı. Birkaç çardak, bank.
Banka oturdu. Gölet doğaldı ve çrevre orman ağaçlarıyla kaplıydı. Ama agağçarın
bir aralığından ay ışığının vurduğu mısır tarlasını gördü.
Macera ya da çılgınlık olsun diye tarlaya girmek
istedi; ama korktu yolunu kaybetmekten. Yanında ayla olsa çok kolay yapardı
çılgınlık; ama tek başına cesaret edemiyordu.
Işıklı yoldan biri geliyordu, genç bir adamdı bu.
Yaklaştı, ona yakın bir banka oturdu. Nur bu çocuğu bir yerden tanıyuor
gibiydi.
“Selam!” dedi genç adam. Kumral. İri yeşil gözleri var,
uzun kirpikli, kirli sakallı. Berrak ve derin bakıyor, uzun bir acıdan, aysı
bir geceden bakar gibi, dingin, nur onu görür görmez sevmişti, göğsünde bir
güvercin sürüsü havalanmıştı, bu aşkını ilk gördüğü andaki gibi bir parlamaydı
göğsünden havalanan, bu çocuk 20 li yaşlarda olmalıydı, ama korktu, kimdir
nedir…zarar verir mi…
Selam dedi yine, selaı alınmaıştı, onu rahatlatmak
ister gibi otelde kalıyorum.
onu nerde gördüğünü hatırlamıştı: “Sen o
minibüstekilerdensin!” dedi.
“Öyle. Arkadaşlarım adına özür dilerim. Oldu bir
yanlışlık. Aslında matrak insanlardır. Bazen çekilmez olabilir herkes. Babana
takılıyorlardı.
Nur kalkp gidecekti.
Hasan nerdesin diye bir ses geldi. Ekmek bekliyoruz.
Hasanın elinde bir poşet vardı.
Aüaçların arasından, mısır tarlası yönünde cüce bir
genç çıktı, çene mi çalıyorsun burada göt herif.
Yok ben dostum.
Hadi gidelim.
Al ekmekleri. Az sonra gelirim.
Domates salatralık da getir demişlerdi. Getirmeiştsin.
Gitmedim. Ekmeği zor buldum.
Çadıra hiç gelme.
Cüce gitti.
Bana otelde kalıyorum demiştin.
Genç adam güldü.
Şey. Biz pansiyonda kalacaktık. Çok para tuttu. Bizde
öyle para pul ne gezer. Aşağıda ormanda, dereye yakın kalıyoruz. Çadır kurduk.
Doğa müthiş. Arkadaşlarım derede yüzüyor. Beni sarmadı. Köy bakkalı varımş
oradan ekmek aldım. Bakkal domates salatalık alabileceğim bir yer dedi, gittim
ama köpek vardı geri döndüm.
Ayağa kalktı. Sağa sola bakındı. Arkasını nura döndü.
İlerde bir şeye bakıyor gibiydi.
Oradan bir ses geldi sanki.
Nur bu çocukta ters bir şey olduğunu anlamıştı.
Gitmem lazım.
Genç adam yolunu kesti.
Daha yine başladı sohbet.
Kusura bakma.
Genç adam belinden bıçak çıkardı.
Sakin ol dostum dedi nur, bıçağa gerek yok.
Çıkar üstünü hemen. Dedi sağa sola bakıyordu biri gelecek
mi diye…
Peki dedi nur, çıkaracağım. Ama beni öldürme.
Adi zengin kaltak seni. Ne işin var burada senin.
Tecavüz kaçınılmazsa zevk alacaksın. Beni dinlersen çok zevk alırsın aşkım.
Nur az önce o arkası dönükken yerden alıp bir eliyle
arkasına sakladığı taşı savurdu. Ne olur ne olmaz diye aldığı taş…Genç adamın
yüzünün ortasına.
Burnum diye bağırdı genç adam yere savruluştu, keskin
bir acı.
Nur,
Gördün mü ananın amını diye bağırdı ve koşarak oradan
uzaklaştı.
Otele vardı. Şok içindeydi. Vay be.
Ama iyi bir şeyin varlığını hissetmişti onda; sesinde,
konuşmasında, bakışında. İçi birden çatallanıp budaklanmıştı ona.
“Bu çocuk benim dostum olsa güzel olur, gerisine sonra
bakarız” diye düşünmüştü.
Ama piçin yaptığına bak. Eğer o taşı yerde gözüne
kestirip hemen alıp arkasına saklamasaydı şu an tecavüz travması yaşayan kızlar
gibi olacaktı allak bullak. Demek ki bir silah…bir şey olmadan takılmak
yanlışmış, ayla hep üstünde bir şey taşırdı, bir bıçak, sprey. Parfüm. Ya da
birer gazı. Küçük bir tornavida. On santimlik bir vida ya da çivi. Büyük boy
kurbağacık ya da boru anahtarı. Ve onunla dalga geçerdi. Ayla sivri bir şey
mutlaka taşırdı bir ara. Aylaya deli gözüyle bakardı. Ayla haklıymış. Jaranlık
ya da loş bir yerde asla tek başına olma. Bir daha asla bu duruma düşmeyeceğim.
Otel sahibi kız, onun Anneannesi, dedesi, idris, nimet
bahçede çay kahve içip sohbet ediyordu, taner ilerde
salıncakta sallanıyor, cep telefonunda bir şeylere bakıyordu.
Otel sahibi kız şairane konuşuıyordu: Ben bir ekmek
yerken tarlayı hayale ederim, tohumu tarlaya atan eli, tarlanın korkuluğunu,
göğünü, yağmurunu, kuşunu, böceğini… Tarlanın kenarındaki ağacı, ağaca tüneyen
kuşu, akşam çökünce çevresini sallayan cırcır böceğini, tarlaya serilen ayı…
toprağın, ekinin kokusunu… Tarla, böceklerin gelmesini sağlar. Böcekleri kuşlar
yer. Ekinler kurur falan. Komşuluk ilişkileri= Eko sistem deniyor buna. Ne
kadar emek ve yürek varsa işin içinde; o kadar güzel. Ruhaniyet ve iyilikle
yapılan işler bereketlidir. Öte yandan şehirde çöp kutularının yanı bayat ekmek
kaynar hep. Ben apartmanlarda büyüdüm, şehir merkezinde.
Gidebileceğim bir köyüm hiç olmadı. Yolda minibüsün
yoluna çıkan bir kaplumbağa, bir yılan, bir kirpi çıkar meselâ. Dur derim,
sakın ezme onu. Gider alırım elime fantastik kaplumbağayı. Yolun kenarına
koyarım. Hayvanları çok severim. Ama ne bir kedim, ne bir köpeğim olmadı. Annem
izin vermedi, kendi evim olunca bakarım artık.”
Nur onlarla çay içerken kızgın ve hayal kırıklığı
iiçindeydi.
Sonunda doğru düzgün, duyarlı ve güzel konuşan, yaşam
ve hakkında bilgisi olan ve güzel bakan bir erkek dostu olabilecekti, işler
yolunda giderse. Diye düşünürken tecavüzcü çıkmıştı.
Neden aşk filmlerindeki gibi ya da iyi romanlardaki
gibi bir aşk bulamıyordu, öyle bir bağ, bir kontak.
Gerçek bambaşkaydı ve hep hayal kırıklığı vardı bu işin
içinde, bu aşk denilen bokun içinde, onu istemiyordu ama istiyordu, biri,
parlak biri, içini eriten biri…bunun açlığını hissetmesi…can sıkııcıydı.
Gerçek vahşi ve acımasızdı. Bu sistem aşka izin
vermiyordu ama bulan nasıl buluyordu, aile dostları olan birbirine aşık bir
aileyi hatırladı. Hep öyle bir işlikim olsun diye hayal ederdi. Adam karısına
çok iyi davranırdı, kadın adama, ufak çocukları vardı, o zaman nur da ufaktı,
onlara oturmaya gittiğinde çok mutlu olurdu. Kendi ailesi ise ciddiytdi, ama
onlar aşkım canım cicim der sevgi ve aşklarını gösterirlerdi. Kendi ailesi hep
ölçülüydü, düşünceli konuşurlardı. Kendi ailesi soğukkanlıydı. Msela annesi
babasına idris bey derdi, idrisciğim asla demezdi. Canım demedi. Balım kaymağım
demezdi. Bunlar onlara göre cıvıklıktı. Sanki silah zoruyla birlikte yaşamaya
mecbur edilmiş gibi görünmese de bir putluk vardı içerde, robotlarmış gibi.
Kalpleri yokmulş gibi.
Ayla uyanmuştı, aşağı indi. Ona yemek hazırlandı.
İkisi salıncakta sohbet etmeye başladı. Nur aylaya o
kötü çocuk hakkındaki olayı anlatmaya başladı. Ayla şaşırdı. Nur şiddeti hiç
sevmezdi ve hiçbir canlıya zarar verecek kapasitesi yoktu,
O taşı nasıl aldın da savurdun. Vay be. İnanılmazsın.
Ne dcevherler varmış sende. Aslında gidip o çadırı taşlamak lazım. Varm ısın.
Delirdin mi.
Çantandaki bıçağı bana ver.
Ne bıçağı. Bıçak ya da keskin şeyler taşımam bir yıol
önceydi. O ara başıma kötü şeyler gelecek diye korkardım.
ALTINCI
BÖLÜM
Araç
kırsalda ilerliyordu, yol kenarında erik satıyordu yaşlı bir adam, İdris
yavaşladı, erik satın alıp araca geçti, geri geri çıkarken, arkadan gelen
traktörü fark etmedi, “arkana bak” dedi Nur, İdris yavaşladı, hemen oğluna
baktı, bunu neden oğlu söylememişti ki? Tam arka koltukta oturan oğlunun
kulaklarında kulaklık vardı, cep telefonunda bir şeye bakıyordu, uzanıp aldı
telefonu, gözlerine inanamadı: Çıplak iki bücür erkek zenci.
Karısına
gösterdi telefonu. Karısı çığlık attı. Kusacak gibi olup ağzını tuttu.
“Ne
zamandır böylesin?”
“Baba
sandığın gibi değil. Bir siteye tıkladım yanlışlıkla çıktı orası.”
“Bana
bunu kanıtlamak zorundasın.”
Telefonu
onun yüzüne fırlatır gibi yapıp koltuğa fırlattı.
Kısa
bir süre sonraydı. İdris kafasındaki düşünceleri dağıtmak için müzik açmıştı. Ön sağ tekerden
bir “pof” sesi geldi, araç yalpalıyordu. Aracı kenara çekti, inip baktı, lastik
patlamıştı, eğik bir çivi vardı lastikte. Taner de babasının yanındaydı.
İdris,
çiviye küfür etti.
“Baba
bence çiviye küfretme.”
“Nedenmiş?”
“Laneti
tutar. Hem çivi mi suçlu? Çiviyi atan el suçlu değil mi?” Güldü.
“Hııı,
tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar gibi bir soru. Felsefeci
bir çocuk yetiştirmişiz; haberimiz yok. Ey Allah’ım. Zevzeklik yapmayı kes!
Canım sıkkın.”
“Tamamdır.
Teşekkür ederim baba.”
İdris,
ters ters baktı ona: “Pekala, bay felsefe,
lastiği
değiştirelim. Bagajdan aletleri yedek lastiği çıkar bakalım.”
“Belim
ağrıyor baba; yapamam. Kaç zamandır belimde bir ağrı var. Geçenlerde basket maçı
yaparken düştüm de. Ağrı azdı.”
İdris,
yeni lastiği takmıştı, yolcular tarla yanındaki ağacın altında, gölgede oturup
çevreyi seyredip sohbet ediyordu, İdris gelin işareti yaptı eliyle.
Yolcular
bindi araca. Taner, araca bineceği sırada İdris “dur” dedi, ağacın altına geç,
seni fotoğraflayacağım. Hatıra olsun. Cep telefonumda sonsuza dek kalacak!”
Taner,
koşarak ağacın altına geçti sevinçle.
Babası onu önemsiyordu.
“Gülümse”
dedi İdris, cep telefonunu onu çekecek
gibi kaldırdı, onu çekmek yerine hemen araca bindi ve gazladı, bağırarak dedi
ki: “Biraz yürü de lastik tamir etmenin zorluğunu belki anlarsın.”
“Ama
babaaaa!”
Taner,
çok geride kaldı.
İdris,
geri baktı aynadan, oğlu gözden kaybolana kadar bastı, toprak yola saptı.
Düşündüğü gibi oldu ve tekrar asfalt yola çıktı, ilerledi ve tam oğlunun
yanında durdu.
“Ben de
sizi başkası sandım. Arkadan dolanmak ha. Baba çok zekisin.”
“Umarım
bir gün düzgün bir adam olursun; emeklerim boşa gitmez.”
“Gitmeyecek
baba. Haklısın; özür dilerim. Belim konusunda yalan attım.”
Taner,
araca bineceği sırada cebinden çivileri çıkardı.
“Yerde
bir sürü eğik çivi var… gördüğümü topladım…
Biri
bilerek asfalta çivileri atmış.”
“Ya
önümüzde yine çivi varsa… sen yürü önden git kontrol et.” dedi İdris.
“Süper
bir fikrim var baba!” Cep telefonundan bir uygulama açtı.
“Nedir
o, evlat”
“Yerde
çivi varsa telefon bib bib diye öterek yerde çivi olduğunu söyleyecek.”
“Yani
hazire arayanların kullandığı alet gibi.”
“Aynen.”
Taner,
aracın önünde gidiyordu. Cep teli yere uzatmıştı.
İdris,
onu birkaç metre geriden takip ediyordu. Taner birden yön değiştirdi.
Cep
telefonu çok yüksek sesle; “bib bib” diye sinyal sesi veriyordu.
Taner,
yolun kenarına gitti, oradan da boş tarlaya girdi,
“Nereye
oğlum?”
“Dur
baba!” Diye bağırdı ve şöyle mırıldandı: “Belki de Roma döneminden kalma altın
sikke dolu çömlek bulacağım! Bulursam yaşadım, kendime ve dostlarıma
istemediğim kadar uyuşturucu alabilirim! Partilerin kralı olurum!”
Taner,
yere eğilmiş kazıyordu elleriyle.
“Oğlum
ne yapıyorsun.”
“Bu da
nedir” dedi Taner, vay anasını.. içi altın doludur dilerim!”
Bir
patlama oldu bu sırada. Kum ve toprak havada saçılıp uçuştu. Taner, haya birkaç
metre sincap gibi uçtu ve çuval gibi yere serildi, hendeğe savrulmuştu, toz
toprak uçuşuyordu havada.
Çömelip
başını önüne eğer İdris yavaşça başını kaldırdı, ayağa kalktı, hendeğe yanaşıp
aşağı baktı: “Oğlum, iyi misin?”
Taner,
gözlerini açtı, yerde kopmuş kolu gördü.
“Kolum
koptu baba. Kolsuz ne yaparım. Hayatım bitti, hiçbir kız bakmaz bana artık,
engelli oldum.” Ağlıyordu.
“Geri
zekalı herif; kolun yerinde!”
Taner,
koluna baktı, kolu yerindeydi. Saçları karmakarışık olmuştu elektriğine
tutulmuş gibi, suratı simsiyahtı.
“Sen
tarlaya neden saptın aniden?”
“Ya
altın sinyali verdi uygulama.” Toprağa bulanmış cep telin ışığını gördü, eline
aldı cep telefonunu: “Altın olunca böyle
mor ışığı yanar cihazın. “Bib bib” sesi çıldırmış gibi yüksek gelir.
“Buldun
mu altını?”
“Buraya
neden mayın mı ne koymuşlarsa?”
“Çık
oradan gel yanıma.”
“Ya bir
daha varsa mayın?”
“Uygulamayı
kullan.”
Baktı.
Birden söndü cep telefondaki ışık. Cep telefonu iflas etmişti.
Tel
kapandı. “Şarzı bitti galiba. Ya da patlamadan etkilendi.”
“Tırman.
Çık şuradan. Elini uzat.”
“Aynı
yerden gelemem. Şu tarafta yol var galiba. O taraftan dolan.”
İdris,
tarlanın kenarındaki yola girip hendeğe yanaştı.
Elini
uzattı oğluna: “Tırman. Elimi yakala. Bommm!” diye bağırdı.
Tırmanan
Taner, korkuyla yerinden zıpladı, yuvalanıp düştü hendeğin dibine.
“Ya
baba ödümü patlattın şakanın sırası değil.”
Bu
sırada yolun diğer tarafından bir adam çıktı. Nimet, Ayla ve Nur korkuyla
çığlık atıp kaçıştı.
Adamın
başına saplı bir balta vardı. Yüzü korku filmlerindeki zombiye benzeyen adam:
“Yardım edin diyordu alçak sesle, acı çekerek, yavaş yavaş yaklaşıyordu. Grup
koşarak ormana girdi can havliyle.
“Neler
oluyor orada?” dedi Taner.
İdris,
şaşkındı. Bu gerçek miydi. Zombi gibi ilerleyen, yaklaşan adama bakakalmıştı.
“Bu bok herif de neyin nesi” dediğinde, hızla gelen kürek sağ yanağına çarptı
ve yuvarlanarak hendeğe düştü. Gözü kararmıştı. Bayılmıştı.
“Ne
oldu sana baba?” diyordu Taner.
“Bilmiyorum”
dedi acıyan yanağını tuttu. Biri bana bir şeyle vurdu.
Taner
İdris’in omuzlarına bastı, İdris yavaş yavaş ayağa kalktı hendeğin duvarına
tutunarak, Taner yukarı çıkmayı başardı.
“İp, uzun
bir sopa bul, ağaç dalı da olur.” dedi İdris
Taner
ağacın altında bir uzun dal parçası bulup geldi, bir ucunu babasına verdi,
yavaş yavaş onu yukarı çekti.
Aracın
yanına geldiler.
İdris,
yanağını tutmuştu; “yanağım çok acıyor, şişiyor bu.”
“Nerde
bizimkiler?” dedi Taner.
Taner,
annesine seslendi. Yanıt alamadı.
Araca
bineceklerdi.
“Arka
sol lastik patlamış baba. Aman…diğeri de patlamış.”
İdris,
küfür etti, geliyordu bakmaya arkaya. Taner ise şoför mahalline yanaştı. İdris
başını eğdi. “Lastikler patlamamış” dedi.
“Şaka
yaptım baba.” Güldü.
“Sen
bekle. Şu tarafa bir gidip geleyim. Bizimkilere bakacağım.”
Gözle
kaş arasından, adeta yıldırım gibi araca bindi bastı. Çok süratliydi, toprak
yola saptı, dönüş yapıp asfalt yola girecekti, iri bir taşa çarptı araç ve yan
tarafına taklalar atarak savruldu meyilli arazinde. Ve ters döndü kaldı leş
gibi.
İdris,
güneşten sakınmak için bir eli alnında manzarayı izliyordu, toz duman
kalkmıştı, gerisi görünmüyordu, ilerledi ve yokuşun aşağısında ters dönmüş ve
çok sevdiği aracına bakıyordu. Üstünde bir çizik bile olsa onu huzursuzluğa
boğan aracı hurda vaziyetteydi. Birkaç dakika boyunca dondu kaldı. Elini cebine
attı, sigara paketini arıyordu. Taner ise hurda aracın eğik kapısını aralayıp
dışarı çıkmıştı.
“Ben
iyiyim baba; endişe etme” dedi ve korkuyla geri geri gitmeye başladı. Fren
yaptım ama tutmadı bana, benim suçum değil. Düştü. Başını taşa çarptı, başı
yarılmış kanıyordu.
İdris,
ise düşüncelere dalmıştı, hesapta ailesinin evinin önüne bu güzel cipi
çekecekti, bu pahalı cip…çalışarak kazandığı parayla aldığı araç…
gururlanacaktı…ve o güzel araçtan ailesi inecekti çocukları, onlarla da
gururlanacaktı. O güzel hayal yerle bir olmuştu. Daha yeni bakımları yapılmıştı
aracın, tertemizdi, mis gibiydi.
İdris
araca arkasını döndü, sigaradan bir nefes çekti, çevreye bakındı, kimseyi
göremedi, araca doğru ilerliyordu hızla.
“Baba
sakin ol lütfen.” Taner, epey uzaklaştı oradan.
İdris
kısa bir araştırma sonrasında araçtaki cep telefonunu buldu.
Açtı
baktı haritaya cep telefonundan
“Burada
ilerde bir köy var, daha ilerde bir kasaba.
Aracı
buradan çıkartıp tamir ettirebilirdi.
“Gel
buraya eşek herif?”
“Beni
pataklamayacaksın, değil mi baba?”
“Yok
oğlum; gel.”
Yolun
kenarında bekliyorlardı. İdris yola çıkmış ileri bakıyordu. Taner yol kenarında
bağdaş kurmuş oturuyordu.
Yarım
saat geçmişti. Yolda tek araç görünmüyordu.
Ses
geldi, Nimet, Nur ve Ayla koşarak geldi. Ormanda kaybolmuşlar.
Aile
ilerlemeye başladı asfalt yolun kenarından
“Daha
ne kadar ilerleyeceğiz baba?” diye sordu Taner, o pis çukurdan nasıl kurtulduk
ama.” Taner’in gözleri sevinçle parlıyordu.
İdris
ağzını eğerek şöyle dedi: “Daha ne kadar ilerleyeceğiz baba? O pis çukurdan
nasıl kurtulduk ama.”
“Büyük
sıkıntı atlattık, her neyse. Annemin evine geldik sayılır.”
Bir
kilometre kadar sonraydı.
Yolun
kenarında bir çocuk göründü, “sanırım yola çivileri atan bu çocuklar” dedi
Taner.
İdris
bağırdı: “Gelin lan buraya piç kuruları!”
Çocuklar
kaçtı. Tezgahın olduğu noktada kayboldular orman tarafında.
Yol
kenarında şeftali satan adam vardı, lastik önündeki kartonda iri harflerle şu
yazıyordu: “Çivi Gibi İri Şeftali.”
İdris,
bir şeftali aldı, karısına attı; “yakala.”
Karısı
havada yakaladı şeftaliyi.
Satıcı
yaşlıydı, kenarda uyuyordu hasırın üstünde. Perişan bir vaziyeti, fiziği vardı.
Yaşlılık kılıç gibi doğramıştı bir zamanlar süt gibi güzel olan 18 yaşındaki
genci. Sinekler uçuşuyordu kafasında,
her yerine konuyorlardı, saçsız başına kasketi koymuştu. Yan tarafına uzanan,
ayaklarını karnına çeken adama
İdris,
kibarca dayı diye seslendi. Yaşlı adam bir türlü uykusundan uyanamadı.
“Evlat”
dedi İdris, “elimde sihirli bir değnek olsa ve senin zihnini dayını bedenine,
onunkini de senin zihnine geçirsem, ne dersin?”
“Baba
delirdin mi? Asla olmaz.”
“Belli
bir süreliğine.”
“Asla.
Hem niye böyle bir şey dedin ki.”
“Empati
yapmayı öğrenirsin. Seni kalın kafalı. Bir tecrübe edinirsin diye.
Farkındalığın artsın diye.”
“Baba
boş boş laflar etme bence.” Odunu fark etti. “Şununla deneyelim” dedi. Yaşlı
adamın arkasına geçti ve odunla ona vuracak gibi hareketler çizmeye başladı.
“İdris
gel, kes şunu” diye fısıldadı.
“O
odunu kenara bıraksan iyi edersin genç adam.”
“Dayı
sen uyumuyor muydun?”
Yaşlı
adam İdris’e satış yaptı. Tatlı dilli, yumuşak yürekli biriydi. Ayak üstü
sohbet uzadı, samimiyet gelişti, “İdris bey” dedi, “bu genci yanıma bir
aylığına bıraksan onu tertemiz geri alırsın.
“İş
yapmaz, canını sıkar.”
“Ben
onu adam ederim” dedi, sevecen bakışlarla, eline odunu aldı.
Taner
yaşlı adamın boynuna kolunu doladı; “dayı seni sevdim, harbi konuşan adamları
severim, senin yanında kalsam her işi yaparım. Senin gibi tatlı dayılar bu
dünyada daha fazla olsa ne güzel olurdu.”
“Evlat,
babana layık olmaya çalış, onu utandırma. Aksi halde rüyalarına girer kabusun
olur yumruk çakarım sana. Baş üstüne efendim de bakayım, bizim kültürümüzde
böyledir.”
Taner;
“baş üstüne efendim.”
Taner
yaşlı adamı kucakladı.
“Babamla
hiç böyle şeyler yapmayız.”
Yaşlı
adam İdris’in aracı kurtarmak için birileriyle görüştü eski cep telefonuyla.
İdris tamircisiyle görüştü. Tamirci aracı hendekten çıkarmak için traktör
yollayacağım dedi. Uzun bir süre sonra yolda bir römorklu traktör göründü.
Dört
kişi vardı römorkta, biri iri yarıydı ve traktör de de şoför yanında yaşlı bir
adam vardı, adı burhandı, ayı balığı dedikleri iri yarı gencin dedesiydi. Hacı Burhan dedikleri yaşlı adam evin önünde
can sıkıntısıyla otururken torunu sözü edilen işi yapmaya gideceğini
söylemişti, “ben de sizle geleyim, hareket
olur. “Ortam değişikliği ruh haline iyi gelir” diye düşünmüştü, bir iş yapacağından
değil.
Burhan
İdris’e selam verip yanaştı, el sıkıştılar.
“Büyük
geçmiş olsun” dedi.
İdris,
durumdan söz etti. Burhan kentli bu ailenin sorununu çözmek için gereken her
şeyi yapacağını, söyledi, “bizde kalabilirsiniz. Araç tamir olana kadar.”
İdris’in canı sıkıldı.
Köydeki
tamirci tarım aletleri, motosiklet, traktör. .her türlü aracı tamir
edebiliyordu. Evinin önündeki garajda, emekliydi. Daha çok tarım makineleri tamir ederdi.
İdris,
sigara yakmıştı. Kokusu çok hoş gelmişti Burhan’a.
“Bir
dal da bana verir misin?”
“Kusura
bakma. İçtiğini bilmiyordum hacı dede.”
İdris
de ona diğerleri gibi “hacı dede” demeyi uygun bulmuştu.
“Ya
dede hani yakmayacaktın?!” dedi torunu.
“Bir
tane torunum” dedi, “Koydum mu oturturum.”
Herkes
gülmeye başladı.
“Günde
bir tane hakkım var… onu bizim evin orda içmiştim. Doktor yasak etti sigarayı…
kalp iyi durumda değilmiş.”
İdris,
cipin oradan nasıl çıkarılacağına dair fikirlerini anlattı.
“Bu iş
bende” dedi Burhan, “hiç kafanı yorma. Sen geç git ailenle istersen bize. Şu
taraftan. Ayran iç, yemek ye, çay kahve iç.” Ufak çocuklardan biri ordaydı. 10
yaşlarında. “Ahmet len, şu amcaları bizim eve getir, benim neneye selam söyle,
misafir yolladığımı söyle, yolda kalmışlar, araç hendeğe devirmiş amatör.”
Güldü üstelik.
İdris
şaşırdı, şöyle düşündü; “beni, olayı bilmeden bana nasıl ‘amatör’ dersin ki,”
zoruna gitmişti, yüzünde gülümser gibi ekşi bir ifade oluştu. Ailesiyle eve
gidecekti, bunlar işi çözer diye düşünmüştü ama fikri birden değişmişti, bu
‘amatör’ lafı yüzünden, kıl kapmıştı yaşlı adama.
“Sorun
mu var İdris bey? Aracıma el sürmeyin der gibi bakıyorsun da.”
“Yok;
kafama takıldı. Tamam [Yİ1] [Yİ2] tamam
da dayı, aracı oradan nasıl çıkaracaksınız? Merak ettim. Aracı pert ederseniz
ne olacak?”
“Bak
evlat, ayıp ediyorsun. Sen ilk kez giderken ben bininci seferi yapıyordum, bu
saçları sakalları nerde ağarttığımı sanıyorsun. Hendeğe düşmüş zaten pert gibi
bir şey. Sen bana güven.”
Burhan
yere çöktü, bir çalı aldı yerden.
Çalıyla
toprağa çizim yapıyordu.
Sanki
bir askeri operasyon yapacakmış gibi ciddi ve kararlıydı, çizimiyle de.
Burhan
İdris’in sırtını sıvazladı.
Ve
traktör römorkuna atladılar,
İdris
yaşlı adama bakıyordu, kafasında şu laf dönüyordu: “Amatör amatör amatör. Yolda
kalmışlar araç hendeğe devirmiş amatör.”
Yaşlı
adamın gülüşü geldi gözlerinin önüne.
Burhan
İdris’in ona baktığını hissedip
başını
çevirip ona baktı: “Bu muhteşem olaya tanık olup göreceksin, bak analar ne
yiğitler doğurup yetiştirmiş. Gelmen iyi oldu. Gözün arkada kalmaz. İşi çok
güzel çözeceğimizi bizzat gözünle görürsün.”
Olay
yerine gelmişlerdi. Burhan kutsal sözlerle traktörden indi, “operasyon yerine
geldik!” dedi, hendekteki araca bakarken İdris sigara yakmaya davrandı. sigara
yakarken Burhan’ı gözlerindeki sevimli ışıltıyı fark etti ve ona da bir dal
sigara verdi: “Torun görmesin.”
“He he
he!” diye sansar gibi sessiz güldü.
Burhan
dede grupta çok sevilen saygı gören biriydi: gençler çok dikkatli olmalıyız. Bu
değerli abinizin aracını oradan çıkarmalıyız ve kendimize de dikkat etmeliyiz
bir kaza çıkmasın. Ters dönmüş aracı düzleştirmeliyiz. Biri ayağını unutursa
altında kalırsa…fena…”
Burhan
şakacı, esprili biriydi ve aynı berbat esprileriyle meşhurdu ve gençleri
güldürecek şeyler söylüyordu, yer yer de çok bayağı oluyordu bile isteye:
“Herkes dikkatli olsun, koluna bacağına dikkat etsin, boğa yılanı gibi güçlü ve
uzun penisinizi her zamanki gibi belinize sarıyorsunuz, değil mi çocuklar?
Geçen gün çok iyi tarif etmiştim. Merak etmeyin, zamanı gelince evleneceksiniz.
Karı kıza bulaşmıyorsunuz değil mi? Birilerinin karısına kızına yan gözle
bakmak yok…” Böyle şeyler zırvalıyor, sonra aracı nasıl çıkaracağına dair
düşüncelerini söylüyor, gençler de fikirlerini söylüyor, Burhan tekrar şakaya
başlıyordu, gençler bu sırada birbirlerine takıldılar ve ikisi güreş etmeye,
tozlu toprakta yuvarlanmaya başladı.
İdris,
yine sigara yaktı. Canı sıkılarak, bu deli atmosferden bir an önce kurtulmak
istiyordu, herhalde bu insanlar yalnızlıktan, bir sebeple kafayı yemiş
olmalıydılar. Bir an önce buradan gitmek istiyordu, vakit kaybetmek istemiyordu
ama…mecburdu onlara…
İdris
bir dal sigara da yanında türeyen Burhan’a uzattı.
Bunların
iş yapacağı yok gibiydi, taşak geçiyorlardı.
“Dayı
şu işe başlasak” diyecek oldu, sustu, gençler güreşmeye devam ederken Burhan
altta olana taktik veriyordu.
Gençler
kan ter içinde yol kenarında, çimene oturdu kısa bir süre sonra.
“Bir
dal sigara alabilir miyim?” dedi Burhan.
“Hay
hay” dedi İdris,
Burhan,
sigarayı kulak arkasına koydu.
Bir
iddia ortaya atıldı, üç genç ve Ayı Balığı dedikleri genç arasında.
Üç genç
el birliğiyle ters dönmüş aracı kaldırmayı denedi, başaramadı.
Ayı
Balığı denen genç gitti ve aracı kaldırmayı denedi.
O da
başaramadı; ama nerdeyse başarıyordu.
Gençler
sigara istedi, İdris hepsine birer tane verdi. Ayı Balığı hariç.
Burhan,
aracın yanına gitti, “bir de ben kaldırayım” dedi, denedi ve gaz çıkardı,
herkes gülmeye başladı kırılırcasına.
Onlar
gülerken Burhan, orada inceleme araştırma yaptı ve çıktı hendekten:
“Aman
çocuklar dikkat edin” dedi, “benzin sızıyor depodan. Sigaraları atın. Havaya
uçmayalım durduk yere.” Bir gülüşme oldu.
Gençler
yine birbirine girdi, ikisi yerde kapışmaya başladı, iş ciddileşti ve
yumruklaşmaya başladılar, biri birinin sigarasını çalmıştı, çalınan sigara da
kırılıp içilemez hale gelmişti, Burhan onları ayırıp sakinleştirdi,
“Şu
mallara sigara ver de sakinleşsinler, İdris bey evladım.”
İdris,
onlara sigara verdi. Bir dal da Burhan’da. Herkes sigara yakmıştı.
“Dükkan’ın
açık oğlum! Kapa şunu” dedi Burhan gencin birine. Genç adam utançla önüne
baktı, ‘dükkan’ açık değilmiş.
“Yapma
hacı dayı yaaa!” Gülüşmeler oldu.
Burhan,
İdris’le şehirdeki hayat üstüne sohbet ediyordu. Ve Burhan aniden kalktı ayağa:
“Şu işi bitirelim, zevzekliği bırakın!”
Burhan
kulak arkasında sakladığı sigarayı yakmıştı. Aracın yanına gittiler. Burhan, son bir nefes daha alayım, son bir
nefes daha alayım derken, sigarayı aracın yanına giderken atmamış, atamamış
ziyan olmasın diye, en sonunda ağzında kalmıştı sigara, gözlerini kısmış, duman
gelmesin diye, işe kaptırmıştı kendini. Hep birlikte aracı düzeltmek, dört
teker üstüne gelmesi için çevirmeye odaklamışlar, kaldırıp abanıyorlardı.
Gençlerden
biri şaka yapınca gülme krizi başladı, aracı çevirme güçleri erimişti
gülmekten.
“Hacı
dede at sigarayı!”
Atacağım
karışma işime, sıpa!”
Burhan’ın
ağzındaki sigaranın kor külü benzin bulaşmış otların üstüne düştü ve ateş
parladı. Alev parıltısı.
“Patlama
olacak kaçınnnn!!!” diye bağırdı bunu fark eden biri.
Herkes
kaçıştı sıçan sürüsü gibi.
Az
sonra bir büyük gümlemeyle ters dönmüş araç havaya sıçradı ve yere düştü.
Herkes
şaşkındı ve aracın çatır çutur sesler çıkararak yanmasını seyrediyordu, kara
dumanlar yer yer alevlerle karışıyordu. İdris, bagajdan birkaç bavulu
kurtarırım diye uğraştı ama alevler sarmıştı orayı. Uzaklaştı.
Gençlerden
biri: “Hacı dede, ben sana dedim at sigarayı; atmadın!”
“Birkaç
nefes daha alıp atacaktım. Her neyse. Cana geleceğine mala gelsin canım. Ölen
yaralanan kimse yok aramızda Allah’a çok şükür.”
İdris’in,
donmuş gibiydi, öfkeden bir hayalet gibiydi,
heykel gibi acıyla bakıyordu yanan aracına. Çok ağır bir
depresyona
girmişti. Yüzünü ovuşturuyordu.
“Büyük
geçmiş olsun” dedi Hacı Burhan. İdris’in sırtını sıvazladı: “Belki de böylesi
iyidir, ölen mölen yok. Takmak kafana İdris bey evladım. Yeni bir araç alırsın
ama öleni geri getiremezsin, değil mi?”
Diğerleri tek tek geldi: “Geçmiş olsun abi.”
Gençler
yine aralarında bir tartışmaya başlamıştı,
gençlerden biri tek camı olmayan güneş gözlüğünü gömlek cebinden çıkarıp
takmış, “nasıl, yakışıklı oldum mu?” demişti, diğerlerine, espriler başladı,
“daha ilginç biçimde yakışıklı olabilirsin” dedi uzun olan. Gözlüğü uzanıp
kaptı ve tek camı kırdı, gözlüğün hiçbir camı kalmamıştı. Fırlattı ona, “tak
bakayım,” aldı taktı gözlüğü, “böyle süper yakışıklı oldun.” Gülüşmeler koptu,
“küçükken de böyle oynardık ya senle. Kartondan yaptığımız gözlükleri takardık.” Öteki uçtu yakasına
yapıştı; “len ona cam taktıracaktım, yüz liralık gözlük o.! Öteki gülüyordu;”
ya yirmi lira o gözlük… yenisini alırım; bırak ne olursun.” Şaka maka olay
ciddi kavgaya dönmüştü. Onları ayırmaya çalışıyorlardı.
Gözlük
camını kıran: “Sen ailenin trajedisisin. Kot kafa! İş güç yapmayıp karı kız
gözetliyorsun. “
“Yalan
atma!” deyip onun boğazına sarıldı.
İdris,
gerideydi, sigara yakmıştı, oğlu Taner, bir elini babasının omzuna yaslamıştı.
Öyle temaslara hiç girmezdi oysa. Taner dedi ki: “Ne kadar sersem bunlar!”
“Sersem
ötesi evlat; bunları hepsi at penisi, başka bir bok değiller. Bunlar yaratık.
Nefes alıp vermeleri hata, aracımı dikip bıraktılar!”
Taner,
gülecekti, tuttu kendini: “Anlıyorum baba, araç gitti, takma kafana bence. Olan
oldu çünkü; bu malların sakarlığı mı kader mi bir şey de geç, kader de bence.
Bir ölü yok; olsaydı felaket olurdu, bu yönden bak bence. Araç satın alınır,
ama bir ölüye can verilmez.”
İdris
aptal ya da serseri ve derin şeylere kafa yormadığını düşündüğü oğlundan böyle
sözler duymakla şaşırdı ve ona baktı uzun uzun, başını salladı: “Haklısın
evlat. Kader deyip geçelim.”
Köy evine vardı traktör, yolcular aşağı indi.
Evin avlusu kalabalıktı. Şen şakrak bir
biçimde, epey gürültülü bir sohbet vardı, bağıra çağıra konuşup kahkahalar
atarak konuşuyorlardı. Burada her ne oluyorsa matrak bir şeyler oluyordu, İdris
şaşırdı, epeydir bununla karşılaşmamıştı, bunu unutturmuştu modern şehir
yaşamı, ve gürültülü şamata sanki rüzgar gibi çarpıp salladı ruhunu, çok sevdiği
çocukluk arkadaşını görmüş gibiydi, büyüdüğü çiftlikle böyle manzaralara tanık
olmuştu, bu ortam o eski anıları hatırlatmıştı. Çok yaşlı nene vardı, sıcakta
çullarla kaplıydı, çay içiyordu, sonra başka yaşlı bir adam bacak bacak üstüne
atmış neneye bir şeyler anlatıyordu,
ortaya yaşlı bir kadın, daha geçkince ve üç genç kız ipe tütün
diziyorlardı, anlaşılan bunlar tütüncülükle geçiniyordu.
Nimet, Nur, Ayla da onların yanına ilişti
selam vererek, buyur ettiler. Çalışanlar
ipe
tütün dizmeye çalışıyordu, kurutma işlemi
yapılması için.
Nimet oradaki kadınlarla, ev halkıyla sohbet
ediyordu. Kocasını fark etti, kocası ona el sallıyordu, Nimet el sallayarak ve
büyük bir gülümsemeyle karşılık verdi ona.
Sonra yerinden kalkıp bahçede yanında kadınla
gezince İdris’e yaklaştı, alçak sesle şöyle dedi: “Hayatımın en muhteşem anları İdris bey,
ipe tütün dizme işini çözdüm sayılır. Büyüleyici bir iş!”
İdris bir serseme bakar gibi ona baktı:
“Seni tebrik ederim.”
Kadın sersem sersem gülümsedi. İdris, bir
tarafa baktı sıkkın.
Sıra dışı bir şey olduğunu anlamıştı, ona
sokuldu iyice, bir koluna doladı elini,
usul sesle:
“Ne oldu İdris bey?”
İdris sesini onun sesine benzetmeye çalışarak
dedi ki: “Ne oldu İdris bey?”
Kadın üzülerek önüne baktı, ağlayacak gibi.
“Ya dünyadan haberin yok! Ya cipimi havaya
uçurdu geri zekalılar!”
“Nasıl nasıl?”
Olayı anlattı.
Tamirci Murat geldi, İdris’le bir köşede
sohbet ediyordu: “çok üzüldüm arkadaş, aracı oradan ben çıkartırım, yapabildiğim
kadar yaparım, bu işlerden anlarım. Sonra gelip alırsın. Uzun bir süre bende
kalır. Keşke Burhan dayıyı almasaydınız yanınıza. Onda bir sakarlık vardır, el
attığı işin başına bir şey gelir kesinlikle. Küçük torunu film yapımcısı
olacağım diye tutturdu, korku filmi çekecekmiş. Bomba yapmaya çalışıyormuş.
Angut!”
“Bomba mı?” dedi, oğlu hendeğe düştüğünde
olan patlamayı hatırladı.
“He.”
“Nasıl bomba bu?”
“Mayın. Korku filmi için mayın lazımmış da.
Köydeki ufak çocuklara para vermiş. Yola çivi atmaları için. Araçların bazı
parçalarını çalıp satıp film için kamera alacakmış.
Sen kim, mayın yapmak kim. Sen nasıl mayın
yapacaksın ki? Teknik bilgin var mı ki? Moloz!”
“Bence mayın yaptı.”
“Anlamadım; ustam?”
“Bence mayın yapmıştır.”
“Nerden çıkardın ki bunu? Nasıl bileceksin
ki? Sen köyün yabancısısın.”
İdris, şu patlama olayını anlattı.
Murat, yere, önüne baktı suçlu gibi.
O SABAH
Murat, incir ağacı altında oturmuş serinleyip
çay ve sigara içiyordu, tespihi masa üstündeydi, Evin başında Mahmut göründü.
Mahmut yanaşıp hal hatır sordu, bir poşete
sarılı bidon getirmişti: “Murat abi, bu bidonu birkaç gün saklayabilir misin?”
“Nedir len bu?”
“Filmimde kullanacağım malzeme. Bizimkiler el
sürer çöpe atar diye sana getirdim. Bunu saklar mısın? Saklarsan sana işlerinde
yardım eder para almam.
“Olur” dedi aldı koydu depoya.
MAHMUT’ ANNESİ
“Bu Mahmut’un adam olacağı yok, inek herif,
adam gibi sigortalı bir işte çalışsa” diye düşünüyordu Murat, karısı menemen
yapmıştı, ona ekmek bandırıp yiyordu.
Mahmut’un annesi Hanife göründü, kahverengi
gözleri neşeyle ışıldıyordu, Mahmut’a selam verip hal hatır sordu, evin
kadınına seslendi: “N’apıyon komşuuu… ben geldim!”
Mahmut’la sohbete döndü, çok kaygılıydı, dedi
ki: “Bizim oğlan bi’ boklar karıştırıyor, başına bir bela gelecek. Elektronik
bir şeyler ve sıvılarla bir şeyler yaptı. Bidona koydu. Aman anne elleme patlar
dedi. Patlayıcı mı ne yapıyor filmi için. Geberip gidecek patlatacak uçuracak
evi havaya. Kendi geberip gidebilir ama ev yerinde dursun bari. Jandarma evi basıp
alayımızı içeri alırsa… terör eylemi için bomba yapıyorsunuz derse haberlerde
izledim az önce el yapımı bomba… yapmışlar… basmışlar bir evi… bizim çocuk bir
şey getirdi mi sana bidon? Öyle bir şeylerle uğraşıyordu yakaladım açacaktım
elleme patlar dedi, hızla gelip elimden aldı geçenlerde. Arkadaşıyla telefonda
konuşuyordu amonyum bişey bişey diyordu neydi ya, hah! hatırladım, amonyum
nitrat mı nedir, sordum birine, patlayıcı yapmakta kullanılırmış, bulundurması
yasak.”
Murat korkuyla sarsıldı: “Yok ablam. Bana
bidon midon bir şey getirmedi.”
Korkusunu, utancını çaktırmamaya çabalıyordu,
şöyle düşündü: “Ne kadar kuğu başlıyım, ya niye hemen kabul ettim ki o şeyi,
niye sorgulamadım ki!”
Kadın gitti ve Murat siyah poşet içindeki
bidonu korka korka aldı ve yolun kenarındaki hendeğe fırlattı ve eğildi bomba
patlayacak diye. Baktı; patlama olmamıştı. “Şükür” dedi ve oradan ayrıldı.
Bir beladan kurtulmanın sevinciyle.
El yapımı bomba yere düşünce ateşleme sistemi
devreye geçmişti. Birkaç saat içinde patlayacaktı, kırmızı ışık yanıp sönüyor
ve kalan süreyi yazıyordu ekranda.
İdris başına balta saplı kişiden söz etti: “O
maymunu bir yakalasam…”
Murat, yine yere, önüne baktı, sabah oğluna
sormuştu: “Saatlerdir neredesin?”
“Mahmut’la takılıyordum baba. dereye balık
avlamaya gittik. “
“Elindeki balta nedir?”
“Korku filmi için.”
“Bırak şu deliyle takılmayı. Film milim
çekemez o.”
“Çekecek; çok para kazanacağız baba! Seni de
göreceğim o zaman!”
Murat güldü: “Ya bırak oğlum, inanma şuna.
Boşa zaman kaybı.”
“Ya baba, plastikten bir maske yapacak,
maskeye balta saplı görünecek. Teknik malzeme olarak zayıf ama imkanlar
dahilinde çok iyi uydurukçu.”
“Ey Allah’ım. Evlat, bırakın bu işleri. Cuma
günü namazda göremedim sizi?
“Arkadaydık baba, en arka saflarda” diye
yalan attı.
Murat, sigara yakmış, başı hala önündeydi.
İdris sordu: “daldın gittin, murat bey, şu
ucube…başına balta saplı ucube…neden buralarda öyle geziyor ki…bir anlam
veremedim.. Hanım çocuklar görünce dehşete kapıldılar. Gerçek sandılar. Bir de
biri yüzüme kürek indirdi, gözlerim karardı…küreğin bir yerinde kırmızı boya
vardı.
“Allah Allah” dedi Murat, kim olabilir,
buradakiler düzgün insanlar, kimmiş o adi, ona iyi bir dayak çekmek lazım.
OYSA SABAH
Murat’ın ağzında bir sigara, gözlerini
kısmış, yüzü terlidir, şöyle diyor: “Oğlum o küreği neden aldın? Kafanı
patlatmaya çok yaklaştım.”
“He he” diye güldü: “Çekim için lazım baba,
sonra getiririm merak etme.”
“Kürek gelmezse eve giremezsin ona göre.”
“Takma kafana. Ayrıca kürek benden değerli
mi?”
“Değerli!”
Murat, sabahki manzaradan sıyrılıp çıktı ve
şöyle dedi İdris’: “Ben bulur hesap sorarım onlardan.”
“Araçsız ne yaparım?” diye üzüntüyle
konuşuyordu İdris, “bir yerden araç bulsam, kiralasam… var mıdır böyle bir
imkan?”
Murat, onu tamirhanesinde getirdi.
Ağaçlar içinde bir garaj vardı, hangar gibi
büyüktü, açık alanında hurda birçok araç vardı işi bitik, paslı kaportalar…
İdris, orada Murat’la sohbet ederek gezintiye
çıktı, ağaçların altında eski kırmızı bir minibüs gördü,
“Bu aracı sana satabilirim?” dedi Murat.
İdris güldü.
Çok eski yıllardan kalma minibüse dikti
gözlerini. Yüzüne kürek yediği için yüzü şişmeye başlamıştı. Acıyan yerleri
okşadı.
İdris, aracı incelerken bu aracı uzun yıllar
önce yaşadığı yerde, çiftlikte gördüğünü hatırladı, birisi dolmuşu düğün
arabası yapmıştı, içinde gelin damat ve başka süslü insanlar vardı. İdris o
zamanlar 10 yaşlarında olmalıydı. Aracı incelerken ısındı, sevdi bu aracı.
Pazarlık ediyorlardı, İdris eski karavanı fark etti, çekme karavan.
Murat; “onu asla satmam” diyordu ama İdris
karavanı incelemeye başladı.
“Geçen sene aldım tamiri yeni bitmedi; ama
belki…”
Murat’a para lazımdı, dağda bir ev
yaptırıyordu ve İdris’in önerdiği para güzel bir paraydı.
“Ama karavanın işi bitmedi, bitsin öyle
alırsın.”
“Yok, bununla gideyim, eşim bayılacak buna,
eski şeyleri sever.”
“Caymak yok.”
“Yok.”
“Ama istersen karavanın işlerini bitireyim.
Öyle alırsın. Yolda kaza çıkarsa ailecek yok olmanıza üzülürüm.”
İdris güldü: “Merak etme.”
“Para işi ne olacak?”
“Sonra.”
Para ve hukuki işlemleri sonra halletmeyi
önerdi İdris, cep telefonundan iş yerinin fotoğraflarını, videosunu gösterdi
güven vermek için. Bu zengin adama güvenebileceği açıktı Murat’ın. Ama ona acil
para lazımdı ve ilçeye gidip bankadan para çekmeyi, en azından bir miktar…
hukuki anlaşma yapılmadan. İdris, iyi bir miktar önerdi; anlaştılar. Murat’ın
aracıyla bankaya gidip para işini çözdüler. İdris, bir miktar para ödedi.
Saatler geçmişti. İdris’in yüzünün bir kısmı
fena şişmişti.
Akşam olmuştu.
İdris ve Murat kafa kafaya vermiş iki kardeş
gibi sohbet ediyordu buranın güzelliğinden, ağaçlardan, hayvanlarından,
bitkilerinden, geçmiş olaylarından, yakın olaylarından, mevsimlerinden,
acılarından ve sevindiren her şeyinden, evin yolunda usul usul ilerliyorlardı.
Uzakta bir gölge göründü, yaklaşıyordu.
“Babaaa!” diye bağırdı, Metin, “senin değerli
küreğini getirdim.” Güldü.
Küreği fırlattı. Bütün gücüyle. Küreği gülle
gibi fırlattı, bilirsiniz, gülle atıcıları kendi çevresinde döner.
Kürek havada döne döne, bumerang gibi ya da
bir ortaçağ silahı gibi “vınnn” ederek bir garip ıslıkla yaklaştı. İdris, hava
bombardımanına tutulmuş asker gibi yere kapaklandı. Murat, acıyla inliyordu.
Omzuna isabet etmişti küreğin sapı. Ay ışığı
vuran aydınlık kürekteki kırmızı yeri parlatıyordu. İdris bu küreği tanımıştı.
Murat, yerde acıyla bir süre durdu ve İdris;
“bu kürek başıma indirilen kürek” dedi, küreği eline aldı ve vuracak gibi
Murat’ın üstüne yürümeye başladı.
“Sen de bu işin içindesin, değil mi?”
Murat, korkarak geri geri gidiyordu; “sakin
ol dostum, çocuklar küreği benden aldı, haberim yok. Bir şeyler çeviriyorlar,
cahili çocuklar. Kusura bakma. Onlar adına özür dilerim.”
Evin bahçesinde yer sofrası kuruldu, semaver
yakışmıştı. Çatak bıçak sesleri, kahkahalar, yüksek sesli sohbetler, abartılı
gülmeler, öz denetim ya da sansür yok, herkes içi neyse o, ara ara küfürler
uçuşuyor havada. Ağır küfürler hem de. Onların samimi, yürekli konuşması ağır
küfürleri ortamda kabullenilmese de hoş karşılanır kılıyordu, o küfürler
doğallığın bir parçasıdır.
Sohbette konusu geçen birilerine. O bana şunu
yaptı, şöyle oldu. Tavukları mısırlarımı yedi, köpeği tavuklara daldı, malları
bahçeme girdi, geçiyordum selamımı almadı. “Öteki ne der?” düşünür daha çok
şehirlilere ait bir tavırdır, özellikle soylu geçinenler. Köylü insanlar buna
aldırış etmezler.
Mahmut ve İhsan
Evin iki oğlu daha vardı, onlar tütün işini
yapmak istemiyordu;“ biz kendimizi bildik bileli bu işi yaparız. Bizi küçük
görüyorlar, onlara göre örümcek kafalıyız.
Sıçtığımız boklar bizi tanımıyor.
İhsan ve Mahmut eve gelmişlerdi.
Murat, onları bir tarafa çekip sorular
sormaya başladı, onların ifadesini alıyordu polis gibi.
Mahmut dedi ki: “Ben bu salağa adama vurur
gibi yap korkut dedim, çekim yapacaktım. O salak ayarlayamamış yanlışlıkla
yüzüne kaptırmış küreği. Biz doğal akışı olan bir kısa korku filmi çekecektik
hesapta. Öteki taraftan başı baltalı zombi çıktı, senin muhteşem oğlun, cep
telefonuyla çekiyordum; ama iş hesapladığımız gibi olmadı.
“S.kerim sizin korku filminizi la!” dedi
Murat, “oğlum düzgün bir iş yapın. Adamın yüzü şişti yamuldu. Şikayet etse sizi
alırlar.”
“Abi kimseye bir şey deme ne olursun,
mahvolurum. Zaten kısıtlı olanaklarla film çekmeye çalışıyorum.”
“İyi, çekebildin mi bari?”
“Ya abi tam o an kayıt yerine basmamışım
telefonunun, ziyan oldu gitti film.”
“Adam da boşa yedi küreği.” Güldü.
İdris, arkadan sinisine yanaşmış onları
duymuştu son cümleyi: “Boşa yedik küreği, ha?”
“Ya yok abim. Kusura bakma abim, asıl küreği
yemesi gereken bazılarından söz ediyordum da.”
Bahçeye sessizlik hakim olmuştu, bir cırcır
böceği ısrarlı bir sevinç, yaşama asılma güdüsü sergiliyordu, onu bir eşek
anırması, birkaç köpeğin atışma biçimindeki uzak havlamaları takip etti, İdris,
nicedir böyle sesleri duymamıştı, eski, çok eski anılarına gitti zihni.
Duygulandı. Herkes içerde yatmaya gitmişti ve İdris bahçede tek başına sigara
içiyordu. Kurduğu muazzam hayal suya düştüğü için üzgündü. Ama bunu kimseye
çaktırmamıştı gün boyu, söylendi: “Aracı pert etti mallar!”
Karanlıkta Burhan göründü.
“Ya dede, ne işin var bu saatte?”
“Uyku tutmadı, düşünüp durdum. Bir arazim
var, sana onu vereceğim. Hobi bahçesi filan yapabilirsin.”
İdris, kahkaha attı: “Ya yok dede.”
“Aracını patlattım.”
“Yenisini alırım.
“Ya çok üzüldüm. Fena bi bok yedim. Nasıl ne
yapsam bunu sana unuttursam… Ne yapsam da sana kuş gibi hafif hissettirsem?”
“Sıkma canını” dedi onun sırtını sıvazladı.
“Çaktırmıyorsun ama üzüldün?”
“Üzüldüğüm araç değil. Başka bir şey.”
“Nedir?”
Yüzünde parlak bir gülümsemeyle devasa
çiftliğin önündeydi İdris, çok uzun yıllar sonra, dargın olduğu annesinin evine
bakıyor.
Evde baskın annesiydi. O yüzden; “babamın
evi” diye düşünmezdi. Annesi erkek gibiydi. Öyle zehir zemberek bir baskın bir
kadındı ki. En dik başlı insanı da boyun eğdirir, en güçlüsünü ezip
geçebilirdi. Dişi bir kurt gibiydi.
Evet, sonunda; “Gidiyorum! Bir daha asla
gelmem buraya. Sen bir cehennemsin anne! Sana katlanamıyorum!” demişti ona,
“Cehennemin gerçek adı senin adındır.
O eskide bıraktığı genci selamladı içi
acıyarak. İşte sonunda buradaydı. Bir kelebek sürüsü gibi. Ailesiyle ve
kırmızı, lüks, aracıyla. Kan kırmızı aracıyla. Annesi ona şöyle demişti:
“Bensiz bir hiçsin! Hiçbir şey beceremezsin. Sen sonsuza dek baldırı çıplaksın
ben olmasam. Sen tembel serserinin tekisin!
“İyi. Gidiyorum. Ama bir gün bu dediklerini
sana yalatmasam namerdim anne!”
Kadın çılgın bir kahkaha atıp şunu dedi;
“ayol sen yeter ki yalat, bayıla bayıla yalarım. Ama sen adam olmazsın; keşke
olsan. Ama sakın unutma. Bensiz bir hiçsin! Hiçbir şey beceremezsin!”
“Her gün taş taşırım sabahtan akşama dek; ama
sana muhtaç olmam! Sana başvurup af dilemem!”
Kadın güldü sallana sallana: “Bir saat
dayanamazsın. Taş taşımak kim, sen kim….hah hah hay! Sen basit bir kurbağa
kadar bile azimli olamazsın.”
Bir kelebek sürüsüydü kırmızı cip. Kozmik
kırmızı güller. Ay ışığı, yaratılan insanın, ilk insanın ilk nefesi gibi, ilk
sevişmesi gibi. Özel tasarım cipi yurt dışında yaptırmıştı. Kız gibi bakmıştı
ona. Çok çalışmıştı. Namuslu bir kazançla elde ettiği parayla almıştı bu aracı.
Derken duygulandı ve gözlerinden yaşlar
düştü.
Burhan; “üzülme evlat.” dedi onun bir elini
tuttu.
“Bir anne için sen sonsuza dek baldırı
çıplaksın. Kadın yanlış bir şey dememiş de sen gurur yapmışsın. Seni o
doğurmuş. Altına doldurduğun taşan pislikleri temizlemiş. Seni banyo ettirmiş…”
İdris, sessizce güldü, onu gülümsemeyle dinliyordu.
“Annenin evine ille güzel bir araçla gitmen
gerekmiyor ki… o senin annen…”
Uzun uzadıya sohbet ettiler, İdris içinde ne
varsa döktü, hiç tanımadığı bu yaşlı adama.
Yatağa gittiğinde içi rahattı,, huzur
bulduğunu hissetti, hafiflediğini, yıllardır içinde taşıdığı şeyler,, çöp
kamyonu gibi, ne çok şey biriktirmişti ve bunlar onu meğer çapa gibi aşağı
çekiyormuş, enerjisini,, ruhunun parlaklığını, aklını, fikrini… bir arınma
halinde karısının yanına naftalin kokulu yatağa uzandı.
Ertesi gündü.
İdris, karısını satın aldığı dolmuşun yanına
getirdi, karısı dolmuşu beğenmişti; ama karavanı gözü tutmamıştı.
“İdris bey, bu şeyi almamalıydın, kesin
başımıza bir şey gelir.”
“İdris bey ne demek ya, bırak ya, bey deme
bana, bey demek Kenan Evren demek gibi bir şey! Bey denir mi yahu kocaya,
market çalışanları birbirine böyle hitap eder, ses tonunu aptallaştırıp uyuşuk
şişman bir kişi gibi şöyle dedi: “Ali bey et tavuk reyonuna bak lütfen, ben
kasaya geçeceğim.”
Kadın güldü: Tamam
tamam, kocacığım derim bundan böyle.”
“Peki, karavanı neden beğenmedin karıcığım.”
Kadın sırıttı: “Tabuta benziyor bu.”
“Hadi ya.”
“Simsiyah bir şeyleri sevmem, şeytan gibi
bu.”
“Sarı yaparız.”
“Olabilir.”
İdris karısının omzuna kolunu doladı ve
oradan şen bir uzaklaşıp eve doğru ilerlediler.
İdris ve ailesi oradan tatlı hislerle
ayrılmadan önce herkesle kucaklaştı, korku filmi ekibiyle özel görüştü, onlara
yardım sözü verdi, kamera almak gibi, “ailenize işlerde yardım ederseniz.”
Çocuklar yardım edeceklerine dair söz verdi.
Şaka maka,, öyle böyle ilginç ama sağlam bir
bağ olmuştu aralarında, “buraya tekrar gelmeni bekleriz” dedi ev sahipleri.
Bazılarının gözleri doldu.
Onlar bölgeden ayrılırken iki ufak çocuk yola
çivi bırakıyordu sinsice, bunlar şeftali satan adamın oğullarıydı.
Dolmuşun arkasında siyah karavan vardı ve
kimse karavana binmek istememişti, Taner hariç, Taner de karavanda kafasına
göre takılıp esrar, hap gibi şeyler içmek için tercih etmişti orayı.
İdris şöyle demişti: “Taner, oğlum karavandan
kimse hoşlanmadı, bence orada yolculuk etme. Bir kaza olursa ölür gidersin.”
“Hahahaha!” diye kahkaha atmıştı Taner, “çok
komiksin baba, önde olan sizsiniz, toplu olarak gidersiniz, benim ise bir
şansım olur.”
Uzun bir süre geçmişti, İdris benzinliğe
yanaştı. Aracın kapısını açıp bir ayağını dışarı çıkarırken kaldırım işçilerine
haykırır gibi şöyle dedi: “Haydin çocuklar, çıkın dışarı, özellikle Nur, kızım
önden sen. Çok et yedin restoranda. Sıçmak istenler fırlasın.”
“Ayyy baba, herkes bize bakıyor, iğrençleşme
ne olursun! Bu kadar açık seçik olmak zorunda mısın?”
Nimet şöyle dedi:” Havale geçiriyor olmalı,
kesinlikle.”
Herkes gülmeye başladı.
İdris de gülmeye başladı.
Bu tip tiyatroyu, şakayı Burhan dan öğrenmişti.
Burhan’ın babası böyle şakalar yapardı. Kaba saba, iğrenç şakalar… Burhan da
köy tiyatrosunda oyunlar oynardı gençliğinde, askere gitmeden once, o eğlenceli
yıllar askerden geldikten sonra evlenmesiyle syrekleşmiş ve bitmişti, çocuğu
olmuş, geçim derdine düşmüştü.
“Taner, oğlum, en çok sıçana para ödülü var, en çok
sen sıçarsan yüz dolar vereceğim sana. Fotoğraflayın yeter.”
“Senin ağzına!” dedi Nur, sustu, “patates tıkayacağım
baba!”
İdris güldü: “Çekinme kızım, rahat rahat küfür
edebilirsin bana. İçine atmandan iyidir.”
“Baba, aklını kaçırdın sanki.” Nur, radyasyonlu alandan
kaçar gibi koşup uzaklaşacaktı oradan, annesi onu yakaladı sağ koldan,
fısıldadı;
“Nereye, kaçırılırsan ne olacak? Gözümün önünden
kaybolma! Baban rahatsızlandı, bir de sende sorun yaşamayalım!”
İdris güldü, oğlunun ensesine koydu bir elini: “Geçen
sene rekor sendeydi, bakalım bu sene ne olacak?”
“Baba sus, bağırarak
konuşma lütfen!” diye fısıldadı.
Yeni gelen diplerindeki
araç içindeki güzel kızlar aralık camlardam kollarını uzatmışlardı, birden
sustular, “ne konuşuyor bunlar?” diye kulak kesilmişlerdi.
Taner, taytlı
ve yarı çıplak kızları seyrediyordu, en güzel bulduğuna göz kırptı, ona telefon
numarasını verecekti.
“Taner, bu sene
sıçma şampiyonu olacak mısın?” dedi İdris.
Araçtaki
gösterişli ve havai kızlar gülüşüp gözlerini Taner’e dikti.
Taner ezildi. Kızarmıştı.
“Evlat, neden
tosun penisi gibi kızardın, neyin var? Karavanda kendini tatmin mi ettin?
Yaptıysan oraları yalatırım sana bilesin!”
Taner, ezilerek
küçüldü, utançtan karınca kadar oldu sanki, başı önüne düşmüştü, kızgın bir
boğa gibi başını usul usul yerden alıp babasına çevirdi, tısladı: “Baba sana
inanamıyorum, içtin mi, hap mı aldın, nedir, bu
sen değilsin?”
Nimet heykel
gibi durmuş bakıyordu kocasına, şöyle dedi: “Kulaklarımam inamıyorum, İdris bey
içine marslı mıı girdi?”
Idris, karısının
sesini taklit etmeye çalışarak:
“Kulaklarımam
inamıyorum, İdris bey içine marslı mıı girdi?”
Idris
gülüyordu.
Nur: “Ayyy!
baba, sana ne oldu böyle. Bir süre hiç konuşmasak çok iyi olur. Lütfen benle
mesafeni koru!”
“Sen iyi bir
kızsın, küçüklüğünden beri bana aşıkksın. Değil mi? Gel bir sarılayım sana.”
“Yok; bitti.”
“İyi kızlar
babalarıyla kapışır; ama babalarına âşıktır.”
“Baba senden
utanıyorum; lütfen eski, normal haline dön.”
İdris ona
yaklaştı ve kızın sağ kulağını şeker gibi ağzına aldı.
“Anne kulağımı
yaladı!” Aıyyy! Baba on beş yıl konuşmam senle!
Kulağını
yıkamak için benzinliğe koştu.
“Baba, 12
gündur kulaklarımı yıkamadım; bana öyle bakma!” dedi Taner. İki eliyle
kulaklarını kapatmıştı.
“Taner, ‘dükkan’ın
açık.”
Taner, utançla
önüne baktı hemen.
İdris, kahkahayı
patlattı: “Kandırdımmmm!
“Ya baba keser
misini şunu?!”
Burhan’dan çok
şey dinlemişti İdris, dün gece, son gece olacağı için epey sohbet etmişlerdi,
Burhan’ın
çocukluk anılarından eşek şakaları, İdris, kendi zamanındaki eşek şakalarını
hatırlamıştı, lise zamanlarında. Unuttuğu onca güzel şeyi Burhan anlatıp açığa
çıkarmştı, İdris içinde, derinlerinde, bir şekilde kaybettiği kendisiyle
buluşmuştu, kalbinde blok koyduğu annesi…o duvar yıkılınnca unutuverdiği anılarla
o güzel bahçe açığa çıkmıştı, tıkanan enerjisi açılmış, geçmişi sis pus
ardından sıyrılıp tablo gbi net, güneşli ve mutlu biçimde görünüyordu gözüne.
Kamyonun ön
tekerinin önünde diz çökmüş sigara içen ve çevreyi seyreden adamı işaret etti
İdris oğluna; “ona iyi bak.”
“Neden?”
“Onun yerinde
olmak ister misn?”
“Asla” diyecekti,
durdu, düşünmeye başladı kamyoncuya bakarak, babası neden böyle bir soru
sormuştu durup dururken, ve babasının bu numarasının ne anlama geldiğini çaktı
hemen.
“Kesinlikle
onun yerinde olmak isterim.”
“Neden?”
“Eşsiz bir
deneyim sunar çünkü; parayla satın alamazsın. Karda kışta yollarda olmak çok
şey öğretir insane.”
“Güzel bir cevap,
seni tebrik ederim evlat!”
Taner, ünlü bir
yarışmadaki trilyonluk soruyu bilmiş gibi sevinip güldü, sınavı aşmıştı.
“Taner, fazla
sürmeyecek, o eşsiz deneyimi
yaşayacaksın.”
“Ne!; anlamadım?”
“Üniversitede başarısız
olursan güzel bir plan yaptım senin için, uzun yol kamyon şoförlüğü, tabi
ehliyet alman gerekecek, ondan once de üç yıl bir arkadaşımın yanında muavin
olarak çalışacaksın, getir götür işleri, sigara alırsın ona, yemek malzemeleri,
boş tüpü yenisiyle değiştirmek, bazen sınır kapılarında günlerce bekliyor, su
bitiyor, yemek yapmak lazım, menemeni çk güzel yapar, çarşıdan yemek malzemesi
almak lazım, kamyona mal yüklenirken orada bulunursun, böyle işler, ara ara
verir sana direksiyonu, tır, kamyon kullanırsın, hayatını böyle kazanırsın, eee
sanayi sitesinde ya da benim işçilerle çalışmazsın; ama gezmeyi sevdiğin içini
böyle bir iş sana uygun olur.”
Taner, başından
aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissediyordu, kız arkadaşları yok, ortamlar
kafeler gezmeler yok, “ayvayı yerim” diye düşündü, “sıcak yatak yok, kamyon
tepelerinde karda kışta mahvolrum.”
Seni anlıyorum
baba dedi, başarılı olmaya mahkumum.”
“Iyi edersin.”
Benzin alınmış
ihtiyaçlar giderilmişti marketten.
Idris, aracı
yürüttü. Geri geri çıkacaktı.
“Baba dur!”
diye bağırdı, Nur.
Idris,
anlamamıştı ve arkada birine çarpmıştı. Ses duydular.
Idris, araçtan
fırlayıp çıktı. Genç adamın yanına vardı.
“Iyi misin
kardeşim? Çok özür dilerim, arkaya bakmıştım oysa.”
“İyiyim” dedi,
genç adam, 30 yaşlarındaydı. Saçı sakalı uzundu. Kıyafetinden motorcu olduğu
belliydi.
“Hastaneye
götüreyim seni?”
“Dert etmeyin,
iyiyim.”
“Ne tarafa?”
“Geziyorum
kafana nasıl eserse, gezginim.” dedi. Ötede duran motorunu işaret edip
gösterdi.
Idris, cebinden
para çıkarıp uzattı,
“Mutlaka lazım
olur.”
Gezgin güldü:
“Ooo! Yapmayın beyefendi, bu çok para!”
“Yok abi.”
“Yemek yersin.”
Bir süre daha sohbet
ettiler.
Idris, elini uzattı.
El sıkıştılar ve İdris aracına geçti, bastı gaza.
Yarım
saat sonraydı.
İdris,
aracı uçurumlu kavşaktan hızlı sürüyordu, dalgındı, yorgundu. O sırada bir gürültü oldu. Tangırtı koptu.
İdris,
dikiz aynasından baktığında karavanın dolmuştan ayrıldığını, ayrı yöne, uçuruma
doğru gittiğini fark etti.
“Evlat!”
diye bağırdı, “atla o uğursuz şeyden!”
Karavan
gözden kayboldu. Uçuruma düştü.
İdris,
dolmuşu kenara çekip koşarak geldi uçurumu kenarına, aşağı bakıyordu.
Taner,
son anda kendini aşağı atabilmişti.
“Baba,
buradayım!” diye seslendi, çalıların arasından.
İsa Kantarcı
Yorumlar
Yorum Gönder