Ana içeriğe atla

Into The Wıld




Elindekinin kıymetini bilmek?
Nasıl bilebiliriz?
Bilgelik seansları yapacak kadar sakin ve kopuk köşelerde yaşamıyoruz. Paldır küldür bir koşturmaca ve acımasız bir baskıyla günlerimiz gelip geçiyor.
Seni fark etmeyen, seni taktir edemeyen insanların arasındaysan nasıl atılım yaparsın hayatında?
Nasıl ileri gidersin ki?
Kötü çevrelerden suçlu çocuklar türer.
Çünkü oralarda yaşam şartları zordur, geçim.
Birçok ebeveyn sayesinde çocukları suça bulaşmıyor.
Çünkü anne baba çalışıp büyük bir maddi imkan elde ediyor.
Edemeyenler ne yapsın?
Birçok işadamı, yazar, ressam vs, sıfırdan başlar işe.
Önce adam akıllı zor yollardan geçer.
Yazar John Steinbeck mesela.
Yazar Jack london mesela.
Şöyle düşünelim, adamın mal varlığı harika.
Bu adamın evlatlarından topluma, toplumlara kalıcı bir şeyler kalır mı?
O harika imkanlarla büyüyen çocuklar dünyayı sallayacak fikirler, eylemler ve buluşlara imza atalar mı?
Asla.
Ama onlardan bazıları o hayatı tamamen terk ediyor.
Onlardan biri savaş içindeki bir ülkeye gitmiş. Birilerine bomba atarken
ölmüş filan. O zenginlik hayatı onlara boş geliyor. Arada çıkıyor böyle yürekliler.
Onlardan biridir: Christopher McCandless.
Filmini izle: “Into the Wild.”
Trajedi senin içinden freni patlak kamyon gibi geçmiyorsa kendini aşamıyorsun.
Hayatının atılımını yapamıyorsun.
Hayatının anlamını bulamıyorsun.
Dönüşemiyorsun.
Sonsuz ufuklarını olmuyor.
Kısa keseyim.
Bir hikaye dinledim.
Baba oğluna öğüt veriyor. Eldeki kömürün değerin bilmek hakkında.
“Eldeki kömürünü satma, sakla” diyor.
Hikayenin özü şuydu: “Seni taktir etmeyen insanlar içindeysen elindeki kömürün elmas olduğunun asla anlayamasın. Zamanla o kömür çok değerli hale gelir.”
Sosyal medyada birileri var. Ünlü deniyor onlara.
Biri filmler çekmiştir filan.
Onlar o işin tekerlekleri içinde bir şekilde o noktaya gelirler.
Bu onların iyi ve değerli oldukları anlamına gelmez.
Git pazar yerine,  sor bakalım buradaki insanlara, neyi, kimi seviyorlar?
Gerçek değerler, değerli kimselerin milyon takipçisi yoktur.
Değer yaratmak bambaşka şeydir.
Efendim yaz geldi, gidip tatil yörelerinde güneşlenelim eğlenelim.
Yok böyle bir hayat.
Biz tatil denen şeyi nasıl biliriz? Yaz gelir; köye gider, tarlada bahçede iş yaparız, tatil yapmış oluruz.
Tatilde bile çalışırız. Ya bu tatil değil ki! Ama bizde tatil budur!
Birileri eğlensin, bu bize uymaz.
İnsan nasıl değer yaratır, nasıl öne geçer?
Fikirleri, emeğiyle. Erdemli duruşuyla.
Siz çocuklarınıza ne kadar çok bilgi verebiliyorsunuz?
Kocaeli’de bir evde üç aile yaşıyor, geçinebilmek için. Çevreden ot toplayıp yemek yapıyorlarmış bazen.
Çocuklar kitap okuyor mu?
Ve sen çoğunlukla seni taktir edemeyen insanlarla arkadaşlık yaparsın.
Senin ışığını kapatan, görmeyen, görmek istemeyen insanlarla.
Onlar kendilerini senden daha değerli görürler.
Sende yürek vardır, beş para etmezleri seversin.
Adamım. Sen iyi birisin.
Ben de sevdim ahmakları.
Ama o devri kapattım.
Ben seçkinlerle takılırım sadece.
Seçkin dediğim insanlar atık toplayıcılar mesela.
Onun gibi bireyler.
Başı hep sıkıntılı insanlar.
Kızlar. Çocuklar. Adamlar.
Bir atık toplayıcı sabahın köründe başlar işe.
Hayret ederim.
Gidip kafasına kurşun sıkmaz bu ne biçim hayat diye.
Öte yandan zengin bir işadamı batıyorsa kafasına sıkar. Boşanır yeni bir karı alır vs.
Siz hiç duydunuz mu atık toplayıcı kafasına sıktı diye.
Eldekinin değerini bilir o insanlar. Elinden gelenin fazlasını yaparlar.
Atık toplayıcının hayatı film olmaz. Ne yapsın kitle onu diye düşünürler.
Fakirler, garibanlar yani görmezden gelinen insanlarda hayatın asıl sıcaklığı vardır.
Saflık. Kirlenmemiş insanlar bunlar.
Seçkinler, asıl seçkinler işte onlardır.
Pazar yerinde ürün satan yaşlı teyzeler.
Seçkinler sokak kedileridir.
Sokak köpekleridir.
Toplumun, halkın kafası bulandırıldığı için seçkinleri fark etmezler.
Sen önemlisindir.
Ama sana önemsiz olduğunu hissettirirler.
Bir yürüyüş olacak. Yasal bir yürüyüş.
“Aman oğlum, sakın gitme, hapse düşersin” der annen.           
Onu yapacaksın, bunu yapacaksın.
Sistem seni önemsizleştirir, nasıl, baskıyla, korkutarak. (“bu konuşma kayıt altına alınıyor size iyi hizmet edebilmek için”) (yalan bu, o kayıt senin üstünde baskı kurmak için yapılıyor!)
Bir lira eksik ödesen faturayı yakana yapışır jaguar pençesiyle.
Trafikte hata yaparsan ensende biterler.
Burada kafanın ilginç bir düzeye gelmesi lazım.
Hayatta kalabilmen için. Bunu yazdığım bir romanda anlatıyorum: “Kurtlar ve İnsanlar.”
Bunun adı da deliliktir.
O düzeye geldin mi tamamsın dostum.
Sana ne ederlerse etsinler sakinliğin bozulmaz.
“Yok ya, bu böyle olmaz, olamaz!” feryatları etmezsin.
Parlamaz, bağırmazsın, gülersin.
Ağırlıklı olarak çok şey mantık ve akıl dışı buralarda, her yerde.
Kaos.
Taş var, köpek yok.
Köpek var, taş yok. (şarkı sözü bu)
Önemli biri olmak istiyorsanız çok çalışın!
Delilik düzeyine gelin!
Hep en çıplak, en basit şeyleri sevdim.
Açık alanda ateş yakıp içinde patates közlemek gibi.
Çocukluğumuzda yapmaktan çok mutlu olduğumuz bir şey.
12 yaş kafası dostum.
Ben o kafada yaşıyorum.
Beni bir şeyler bitirmek istediğinde içindeki o yere sığınıyorum.
Cayır cayır mantıksızlığın ve akıl dışılığın olduğu bu yerlerde.
İnsan nasıl değer yaratır?: Aydınlanma tılsımları saçarsan hayata!
Kalbi uyandıran metinler, romanlar, şiirler ve filmler vardır.
İnsanlara en çok lazım olan kalplerinin uyanmasıdır!
Uyandıklarında üst düzey insan olmak için harekete geçerler. Üstlerine ve içlerine devrilen gübre yığınını def etmeye başlarlar.
Bu yüzden bütün romanlarım, yazılarım aydınlanma tılsımları ve tohumları içerir.
En asil mutluluk ve kahkahalar büyük trajedilerin göbeğindeyken atılır, yaşanır.

16 Şubat 2020 Pazar

İsa Kantarcı

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Daha gelişmiş bir ülke olmak için

  Şiirle başladım yazarlığa. Edebiyat dergilerinde şiirler yayınlattım. Sonra öyküler. Sonra roman yazmaya başladım. Hedef: Daha güzel ve nitelikli bir ülke. Adil bir ülke! Cezaevlerini masum insanlarla doldurmayan bir ülke.. İsa Kantarcı

KÖYLÜ… KIZ KEZBAN

  KÖYLÜ… KIZ KEZBAN     Sabahın erken saatleriydi, bölgede 3 gündür kar fırtınası vardı, yoğun rüzgarla kırbaç gibi yağan ince kar insana nefes aldırmıyor, her şeyi zora, ister istemez kanlı bir mücadeleye sokuyordu. Dağın yamacında 3 kişi kaplumbağa gibi ilerlemeye çalışıyordu, dizlerine kadar kara batmışlardı, bu üç adam elektrik onarım arıza ekibiydi, adamlardan biri çok öndeydi, yumuşak ve derin karda ilerlemekten nefes nefese kalmışlardı ve tamir çantası, ve boyunlarına asılı halatlar vardı, elektrikleri kesik olan köye ulaşmaya çalışıyorlardı. Ölüm tehlikesi altına çok zahmetli bir yürüyüşten sonra yamacın bir noktasında elektrik direkleri göründü, gri renkli dört ayaklı elektrik direkleri, Sibirya’daki evler gibi buz tutmuştu, saçaklar oluşmuştu, antik çağlardan bir kesit gibiydi, ya da buzul çağından. Yakında bakımsız; ama sert bir köpek, bir kadın ve bir adam göründü, ekibi bekleyen köylüler. Arıza olunca bu ekip kar fırtınasında bile, çığ altında kalma riskini göze

GENÇ KIZLARIN İÇ DÜNYASI VE DIŞARDAKİLER

  GENÇ KIZLARIN İÇ DÜNYASI VE DIŞARDAKİLER   Bir kadının yaşı ilerlemişse, artık işlerin hiç düzelmeyeceğini anlamışsa ya da anlamazdan gelmeye çalışıyorsa, ‘yine de bir umut vardır’a sığınmaya çalışıyorsa, birçok hayal kırıklığı biriktirmişse, anne de olamamışsa; bir şeye, bir varlığa sığınmak ister, kızı gibi göreceği bir varlığa… ve o kızı bulduğunsa akıl almaz bir dürtüyle, onu milyon kez doğurmuş gibi, onu doğurmak için yaşamın en güçlü şeytanlarıyla ve engelleriyle bir arenada savaşmışcasına o kızı sahiplenir, bağrına basar. O kutsal alfa ışığı, o mercek, o sihirli şeffaflıktan bakar adeta evrenin en karanlık yüzünü görür gibi, aydınlatır gibi heveslerle, tutkuyla… bu tutku birike birike dağlar olan hayal kırıklıklarını eritmeye başlar, annelik oyunu böyledir, bu akıl almaz içgüdü, kadının canı sıkan şeylerin ve başındaki belaların önemi yoktur, onu yaşatan bir aşkı, bağlantısı vardır hayatla, kozmik bir bağlantı. Ve bu genç kıza bakarken kendi genç kızlığını hatırlar, karşıs