Ana içeriğe atla

Sevmek Üstüne



Genç adam okuldan evine gidiyordu, öyle yemeği yemek için, orta ikiye gidiyordu.
Okulun aşağısında az katlı apartmanlar var, zaten burası mahalleydi, öyle çok yüksek katlı binalar ancak şehir merkezinde bulunurdu. Sıcak, samimi, hilesi hurdası olmayan bir Anadolu mahallesi, herkes herkesi tanır, gelen geçen bilinir; tavuk bakan var, inek bakan var, köpek bakan var. Ortaokul ve lise binası böyle bir mahallede kuruluydu.
Genç adam yolun bir kısmına geldiğinde onu fark etti, emsali olan genç adam kaç seferdir buralarda dolanıp duruyordu ve hep aynı evin önünden geçip gidiyordu,
Mustafa huylanmıştı ondan, ters bir şeyler vardı, neydi,
bu çocuk neden buralarda gezip duruyordu, hırsızlık için keşif mi yapıyordu, yoksa daha kötü bir şey için, şeytani planını mı uygulamak istiyordu?
Mustafa bu çevrede, bu apartmanda oturan herkesi bilirdi, ama bu çocuğu hiçbir yerden tanımıyordu, hani bu evde oturan birine misafir olarak gelse onlarla gezip tozar, ne mal olduğu belli olurdu. Neyin peşindeydi bu çocuk? Mustafa hem çok meraklı hem de emsalini ilk uygun fırsatta pata küte dövecek kadar gıcık kapmıştı ona. Ama sebepsiz yere onu dövemezdi ki, sadece ondan hiç hoşlanmadığından emindi, belki de gerçekten kötü şeyler peşindeydi o çocuk. Ya bıçak taşıyorsa? Mustafa haklı olsa bile mahalle sakinlerini için bir yiğitlik yapmaktan çekiniyordu.
Geçen gün bir yiğitliğe sahne olmuştu sessiz ve sakin mahalle. Kocasının evini terk eden ablalardan biri anasının evine sığınmıştı; anası tek yaşardı, öfkeli koca evin kapsına gelip bağırıp çağırmaya, küfürler yağdırmaya başlamıştı, kapıyı yumrukluyordu, pisliğin teki olduğu belliydi. Tam o sırada Mustafa oradan geçiyordu; durmuş, yoldan olayı izliyordu, kızgın koca ufak tefekti, çok zayıf ve kısa, bir kaşık suda boğulacak kadar minikti adam. Mustafa adamın kuduz köpek gibi halini görünce sinirleri zıpladı, adamdan uzun ve iriydi, gidip onu pataklamayı düşündü, bıyıklı koca adam, cesaret edemedi. Bu arada karşıda inşaat vardı ve beş altı adam harç karıyordu, kızgın kocanın sesi yankılanıyordu mahallede, resmen terör estiriyordu, camları kırıyordu taşla, mahallenin erkekleri işte güçte, yardım eden yok mu, duyarlı ve cesur bir insan yok mu diye iç geçirdi Mustafa, derken harç karanların en yapılı olanı koptu koştu ve kızgın kocayı dövmeye başladı. Tabi sesi soluğu kesildi bıcırığın. Diğerleri birkaç yumruk sonra yetişip kurtardı bıcırığı.Yediği dayakla sessizlikle çekip gitti oradan.
Ertesi gündü.Mustafa yine o evin önünden geçiyordu, öğle yemeğini yakındaki evinde yemiş, okula gidiyordu. Gıcık kaptığı o çocuk karşıdan geliyordu; “merhaba.” Deyiverdi aniden.“Merhaba.” dedi Mustafa şaşarak.“Sana bir şey diyecektim de.”“Ne gibi?”“Söz ver; aramızda kalacak ama?”“Nasıl bir şey?”“Sen bana yardım edebilirsin?”Mustafa, iyice meraklanmıştı.Ha, çabuk anlamıştı, bu çocuk dövülecek cinsten birine zerre kadar benzemiyordu, çocuğun ses tonu yumuşaktı, çok güzeldi, içten ve insanı saran bakışları vardı, resmen yalvarıyordu Mustafa’ya, lafı geveliyordu; ama konuyu söylemiyordu. Bu çocukta ilk andan beri kimsede olmayan bir şey fark etmişti Mustafa ve ona yardım etmeyi pek isterdi. Birden kanı kaynamıştı ona, çok sevmişti çocuğu.“Ben Emrah.”“Ben Mustafa, tanıştığıma memnun oldum.”“Ben de… Ayşe’yi tanırsın, aynı sınıftasınız, onu seviyorum.”Ayşe, sınıfın en güzel kızıydı, bebek suratlıydı, kara gözleri vardı. Kara saçları küt kesilmişti ve kıvır kıvırdı, beyaz tenliydi Ayşe, ince ve uzun fiziği vardı. Ayşe bende sempatik ve sevilecek bir kız izlenimi uyandırırdı, masumiyeti vardı. Terbiyeli, sessizdi, saygılı duruşuyla dikkat çekerdi Ayşe, kendi halindeydi. Öyle diğer kızlar gibi yüksek sesle gülmez, şamata yapmaz, düşünceli davranırdı, notları şahane olmasa da köpek gibi ders çalışırdı evde.
O gün böylece başladı Emrah ve Mustafa’nın dostluğu, Mustafa bir üst sınıfta okuyordu. Sakalları henüz çıkmaya başlamamıştı. Oysa Emrah adam gibi tıraş olup okula gelirdi, beyaz tenliydi, simsiyah saçları geri taralı olurdu genelde, artist kadar yakışıklıydı, burnunda hafif bir eğrilik vardı, bu ona apayrı bir karakter ve sempati katıyordu.
Mustafa nedenini bilmiyordu; ama onu bütün yüreğiyle sevmiş ve dost bilmişti. Emrah, Mustafa’dan uzundu, fiziksel olarak Ayşe’ye çok yakışıyordu.“Beni beğenir mi?”“Kafanı takma, kesinlikle çok yakışıklı adamsın, benden uzunsun, benim gibi tüysüz değilsin, ne güzel sakalların var, sana bakarken sık sık eziklik hissediyorum, tadını çıkar; güzel adamsın!”Güldü ve Mustafa’nın sırtını okşadı.“Ne adamsın be! Kız neden bunları göremiyor peki?”“Belki de sevdiği biri var. Sonum kötü olacak bu acıyla, geberip gideceğim. Gidip onunla konuşamam. Cesaretim yok.”“Bir şeyler yapmak lazım? Bu konuda ne yapabilirsin?”
“Yapacağız; merak etme.”
Emrah ve Mustafa okul dışında sürekli beraber takılıyorlar, Emrah Ayşe’yi görebilir diye sürekli evin önünden geçip gidiyorlar, arada mahallenin başka sokaklarına sapıyorlar, Mustafa Emrah’ın aşk acısını dindirmeye çalışıyordu.
Emrah Mustafa’ya kızla ilgili şeyler anlatıp duruyordu.Kız onu bir kez reddetmiş, “Peşimde dolanma” diye uyarmıştı.Emrah aşk acıyla bunalıma girmişti, sürekli kızı düşünüyordu, okula da arada sırada geliyordu, böyle giderse devamsızlıktan okuldan atılacaktı.Derken Mustafa kıza bir mektup yazma fikrini ortaya attı, bu fikir Emrah’a hoş geldi, mektubu Mustafa kıza ulaştıracaktı.Mektup nasıl olacaktı?“Seni öpmeyi hayal ediyorum” dedi Emrah, “ona bunu yazmalıyız.”“Deli misin nesin, anında delirir öfkeyle. Ben kız olsam biri bana böyle dese ağzının ortasına bir yumruk patlatmak isterim.”Emrah güldü.
Emrah çok pis bunalımdaydı, az yiyor, az içiyordu, evde de kavgalıydı ailesiyle.Onun çıkmazdaki aşk işini çözmek de dert olmuştu Mustafa’ya. Ne yapması gerektiğini bilmiyor, boş boş evlilik hayalleri kuruyordu. Gerçeklerden kopuktu.Haftalarca sürdü bu maraton, Mustafa ona kendini toparlaması için motive edip duruyordu, sonunda Mustafa mektubu yazdı, Emrah’a okudu ve Mustafa okulda mektubu Ayşe’ye verdi.
Ne var ki ikisinin de hesap etmediği bir şey oldu.Öğretmen sınıfta bir konuşma yapmaya başladı,Ayşe’nin durumuyla ilgili. Bütün öğrencilere konuyla ilgili bir ders verme biçimindeydi konuşması. Ayşe ayağa kaldı ve; “Sevmek gibi boş işlerle uğraşmaya vaktim yok. Okumak itiyorum. Böyle saçma sapan şeylerle uğraşanlar geri kalıyor hayatta. Şikayetçiyim hocam.”“Mektubu müdüre ileteceğim, kızlarımızın böyle rahatsız edilmesine izin veremeyiz.”O vakitler bu çok ağır bir suçtu ve Mustafa korku içindeydi, mektubu kıza ileten oydu. Neyse ki Mustafa da disipline sevk edilmedi.Ve Emrah okulda atıldı.
Yaz ayıydı. Okullar tatile girmişti. Mustafa kafasına estiği bir gün Emrah’ın evinin yolunu tuttu, adresi almıştı, “bir gün uğrarım, sizin oraya merak ediyorum” demişti ona takıldıkları dönemde
Emrah’ın evini buldu, tek katlı sarı bir ev, bahçe içinde, evin arkasında sohbet ediyorlardı, eski sıkı bağlantıları yoktu.“Nasılsın?” dedi Mustafa.“İyiyim.”“Neler yapıyorsun?”“Hiç; evdeyim.”“Çalışmadan nasıl durur insan?”“Çalışmayı düşünüyorum.”
Enkazdan sağ salim çıkmayı başarmış bir çığlık gibi görünüyordu.“Boş durma, şeytanın oyuncağı olursun. O kız seni harcayamadı, o halde başka hiçbir şey seni harcayamasın.”Güldü: “Bak çok doğru söyledin. Yazar ol sen!”“Bakarız; sen iyi ol çalış da.”“Çalışacağım canım.”Aşk acısını yenmeye başlamıştı.“Ayşe taşındı” dedim, “evlenmiş.”Gülümsedi.“Bu kız sınıfta okuyacağım demişti, evlilikle alakası yoktu. Herhalde başını yanlış bir adama sarmasın, başımıza bela olmasın diye kızı postaladılar bir adama, yamadılar. Adı çıkacağına canı çıksın hesabı.”
Mustafa Emrah’la aralarındaki sıcaklığın; hatta alev alev yürekten dostluğun kalmadığını hissetti, çok kuruydu ve sıkıcıydı muhabbet. Sanki o kıza aşkı onları bir araya getirmişti.Mustafa orada fazla kalamadı ve veda edip evinin yolunu tuttu.

Not:
Emrah benim ortaokuldan dostum. Mustafa diye anlattığım kişi benim. Emrah o kıza gönlünü hesapsız kitapsızca verdi; ama ben de Emrah’a kalbimi hesapsız kitapsızca verdim.Emrah, geçen gecelerin birinde çok tatlı bir düş gibi içimde canlandı, eskilerde dolandım, bir inanılmazlık, bir mucize gibi beni sardı, o güzel adam, canım kardeşim, beni ağlattı. Gözden kaçırılan çok güzel adam.Nasip değilmiş Emrah.Şimdi nerdesin bilmem, gözlerimde yaşlar akıyor. Canım dostum. Acın benim acımdı.Ne çok istedim mücadele ettim o kıza kavuşman için.Olmayınca olmuyor işte, ne yaparsın.Emrah güzel bir adam olmasa çokta unutulmuş anılar içinden meleksi biçimde gelmezdi yüzeye, düşüncelerime, kalbime.

Yardım edin insanlara hesapsız kitapsızca, sevenlere. Bu yardım, başınız belaya girdiğinde size kurtarıcı olarak döner.Emrah, hayatımdaki çok sevdiğim birkaç insandan biriymiş meğerse, onca yıl sonra fark ettim.

İsa Kantarcı



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Daha gelişmiş bir ülke olmak için

  Şiirle başladım yazarlığa. Edebiyat dergilerinde şiirler yayınlattım. Sonra öyküler. Sonra roman yazmaya başladım. Hedef: Daha güzel ve nitelikli bir ülke. Adil bir ülke! Cezaevlerini masum insanlarla doldurmayan bir ülke.. İsa Kantarcı

KÖYLÜ… KIZ KEZBAN

  KÖYLÜ… KIZ KEZBAN     Sabahın erken saatleriydi, bölgede 3 gündür kar fırtınası vardı, yoğun rüzgarla kırbaç gibi yağan ince kar insana nefes aldırmıyor, her şeyi zora, ister istemez kanlı bir mücadeleye sokuyordu. Dağın yamacında 3 kişi kaplumbağa gibi ilerlemeye çalışıyordu, dizlerine kadar kara batmışlardı, bu üç adam elektrik onarım arıza ekibiydi, adamlardan biri çok öndeydi, yumuşak ve derin karda ilerlemekten nefes nefese kalmışlardı ve tamir çantası, ve boyunlarına asılı halatlar vardı, elektrikleri kesik olan köye ulaşmaya çalışıyorlardı. Ölüm tehlikesi altına çok zahmetli bir yürüyüşten sonra yamacın bir noktasında elektrik direkleri göründü, gri renkli dört ayaklı elektrik direkleri, Sibirya’daki evler gibi buz tutmuştu, saçaklar oluşmuştu, antik çağlardan bir kesit gibiydi, ya da buzul çağından. Yakında bakımsız; ama sert bir köpek, bir kadın ve bir adam göründü, ekibi bekleyen köylüler. Arıza olunca bu ekip kar fırtınasında bile, çığ altında kalma riskini göze

GENÇ KIZLARIN İÇ DÜNYASI VE DIŞARDAKİLER

  GENÇ KIZLARIN İÇ DÜNYASI VE DIŞARDAKİLER   Bir kadının yaşı ilerlemişse, artık işlerin hiç düzelmeyeceğini anlamışsa ya da anlamazdan gelmeye çalışıyorsa, ‘yine de bir umut vardır’a sığınmaya çalışıyorsa, birçok hayal kırıklığı biriktirmişse, anne de olamamışsa; bir şeye, bir varlığa sığınmak ister, kızı gibi göreceği bir varlığa… ve o kızı bulduğunsa akıl almaz bir dürtüyle, onu milyon kez doğurmuş gibi, onu doğurmak için yaşamın en güçlü şeytanlarıyla ve engelleriyle bir arenada savaşmışcasına o kızı sahiplenir, bağrına basar. O kutsal alfa ışığı, o mercek, o sihirli şeffaflıktan bakar adeta evrenin en karanlık yüzünü görür gibi, aydınlatır gibi heveslerle, tutkuyla… bu tutku birike birike dağlar olan hayal kırıklıklarını eritmeye başlar, annelik oyunu böyledir, bu akıl almaz içgüdü, kadının canı sıkan şeylerin ve başındaki belaların önemi yoktur, onu yaşatan bir aşkı, bağlantısı vardır hayatla, kozmik bir bağlantı. Ve bu genç kıza bakarken kendi genç kızlığını hatırlar, karşıs